Diyarbakır’da Cizre yarası

Yeniköy Mezarlığı’na giden yolda okul üniformasıyla ne çok genç var. Hepsi, Diyarbakır’da iki gün önce Cizre’de yaşananların protestosu sırasında öldürülen Mahmut Bulak’ın arkadaşları. Lise ikide okuyan 16 yaşında bir genç.


Amedspor’un hükmen galip bir maçı

[Haber görseli]

Diyarbakır’ın dışına doğru Diclekent’in daha yapılmamış yollarından bata çıka geçip Amedspor Tesisleri’ne varıyoruz. Fenerbahçe maçı öncesi yarı gergin, yarı neşeli, takım önümüzden idmana çıkıyor. Bir yanda kaslar açılıyor, sahanın dışındakiler içinse ayrı bir idman var. Takımın basın sözcüsü Soran Haldi Mızrak bir avukat, zira takım belki tüm Kürt kurumlarının kaderi olarak kendini davalardan, cezalardan ayrı tutamıyor. Kulübün bilgisayarlarına el kondu malum. Kandil’den 3-5-2 falan gibi taktik talimat mı arandı acaba? Soruyorum, sinirden gülüyorlar.


Suriyelilerin Kaybolan Emekleri…

[Haber görseli]

Tek göz eve sığınan 7 nüfuslu Suriyeli aile ayda 1000 TL ile geçinmeye çalışıyor.

2011’den beri savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin resmi sayısı iki buçuk milyona yaklaştı. Gerçekçi tahminlerse bu rakamın üç milyonu aştığını söylüyor.


“Villa da verseler Sur’da artık istemem”

[Haber görseli]

Ev malzemeleri satan züccaciyemsi dükkânın önünde dallı güllü kumaşlarla kaplı sünger yataklardan koca bir tepe vardı. “Bizim döşekler, yorganlar yün olur. Bu sünger olanlar Sur’dan gelenler için. 20 liraya yatak işte…” dedi. Adına Yaşar diyelim. Bütün yün yorganları Sur’da şu an.


“Dayağı yiyip oturmam gerekiyormuş”

Sondan başlamak gerekli. Fevziye Cengiz’le davanın başından beri avukatlığını yapan Hanife Yıldırım’ın bürosunda buluştuğumuzda çok şeyden konuştuk. Nefesi tıklaşarak o günü tekrar anlattı, “Başıma gelecekleri bilseydim dava açmazdım” dedi. Yılmıştı. O da, eşi Murat Cengiz de ruhen bitkindi. Fakat en son fotoğrafı çekilirken, “Ben artık fotoğraflarda gülmek istiyorum” dedi birden Cengiz. Eşiyle sarılıp gülüşerek poz


Kitap küllerinden doğan bir direniş

Biri Barbie desenli bir çantayı tutuşturmaya çalışıyor, diğeri çıkartmaların durduğu rafı devirip üzerinde tepiniyor. Bir genç, onun da sevdikleri, onu sevenler var hayatta, hasır bir tabureyi kitaplara hınçla vuruyor, vuruyor. Kırşehir’in en büyük, hatta tek kitapçısı Gül Kitabevi’nin 8 Eylül’de yıkılıp yakılışının görüntüleri, insan cinsinin alçalabileceği zaviyelere dair belgesel gibi aynı zamanda. İrkiliyorsunuz. Neredeyse üç


“Biz bu seçimi neden yaptık?”

Cuma günü Beyazıt’taki YÖK protestosunu takip eden Bianet muhabiri Beyza Kural’ı gözaltına almak isteyen polis şöyle bağırıyordu: “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size.” Beyazıt Meydanı’ndaki güvercinleri havalandırıp Türkiye’nin bütün meydanlarına ulaşsın istenen mesaj bu aslında. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Üzerinden bir süre geçtikten sonra, fon müziği “bitanemli”,


Yusuf’un, horozunun ve Türkiye’nin hikâyesi

Önce şöyle bir sahne geliyor gözümün önüne. Cizre’den Diyarbakır’a giden şehirlerarası otobüste, bir yolcunun kucağında bakkaldan istenmiş sarı mukavva bir kutu var. İçinde bir horoz. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gidiyorlar. Çünkü 13 yaşındaki Yusuf ameliyatın narkozundan sıyrılır sıyrılmaz horozunu sormuş. Cizre’den bir komşunun taşıdığı o horoz, hastanenin arka tarafındaki bahçeye bırakılacak, hemen bahçe katındaki


Jose Mujica: “Harcadığınız para değil, hayatınız”

Karşımızda 80 yaşında, gülünce gözleri kaybolan tatlı bir adam var. Uruguay’ın eski devlet başkanı, Pepe lakaplı Jose Mujica’nın sınırları aşan şöhreti “dünyanın en yoksul başkanı” olmasından geliyor. Bu onun göbek adı gibi hatta. Protokol sevmiyor, kravat takmıyor, tarifeli uçakla uçuyor. Görevi esnasında şatafatlı başkanlık konutunda değil, 30 yıllık tek göz bahçeli evinde yaşamayı tercih etti.


’17 yaşındayım, bana bu acıyı yaşatma’

Zaten iyi olanın işi ne, hastaneler civa gibi işleyen, civa gibi ağır yerler. Fakat 10 Ekim’deki katliamdan beri Ankara’nın hastanelerinde başka bir ağırlık var. Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin “Acil” girişinde bir kriz masası karşılıyor gelenleri. Arkada bir de depo olarak adlandırılan büyük çadır var; içi yatak çarşafından kadın pedine, kabandan kesme şekere gönüllülerin yolladıklarıyla