Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/roportajlar/dayagi-yiyip-oturmam-gerekiyormus/

“Dayağı yiyip oturmam gerekiyormuş”

[Haber görseli]Sondan başlamak gerekli. Fevziye Cengiz’le davanın başından beri avukatlığını yapan Hanife Yıldırım’ın bürosunda buluştuğumuzda çok şeyden konuştuk. Nefesi tıklaşarak o günü tekrar anlattı, “Başıma gelecekleri bilseydim dava açmazdım” dedi. Yılmıştı. O da, eşi Murat Cengiz de ruhen bitkindi. Fakat en son fotoğrafı çekilirken, “Ben artık fotoğraflarda gülmek istiyorum” dedi birden Cengiz. Eşiyle sarılıp gülüşerek poz verdiler. Ofiste bir köşede yağlıboya bir tablo gördü, bir deniz kıyısı… “Her şey denize gittiğimiz bir gün başlamıştı, bu tablo çıktı karşıma” dedi. 2011’den beri herkes Fevziye Cengiz’i, bir buçuk ay morluğu gitmeyecek o tokat iziyle, darptan ve öfkeden düşmüş yüzüyle hatırlıyordu.

17 Temmuz 2011 günüydü. Fevziye Cengiz’in, İzmir Karabağlar’da, eşi, kızları, damatları ve Murat Bey’in kardeşi olarak oturdukları müzikhole denetim için polis geldi. Eşinin kimliğini getirmek için arabalarına koşturmasına rağmen, o esnada kimliksiz olduğu gerekçesiyle Fevziye Cengiz ilk tokadı yedi, karakola götürüldü. Bir odada iki polis tarafından feci şekilde tekmelerle, tokatlarla, üzerine oturularak, saçları çekilerek dövüldüğünün görüntüleri ise beş ay sonra çıktı. Bir de dayağın görünmesini engellemek için perdeyi çeken ve hiçbir şey yapmayan üçüncü polis vardı.

Mahkeme “işkence” yerine “basit yaralama” suçundan bu iki polis memurunu 1 yıl 3 ay hapse mahkûm etti. Mağdur Cengiz ise dokuz yılla yargılanıyordu. Neden mi? Direndiği, polise hakaret ettiği gerekçesiyle. Nihayetinde kendisini döven polislerden sadece 13 gün eksik ceza aldı. Bu da yetmedi. 1 ay kadar önce İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı temyiz talebinde bulunarak Cengiz’in cezasının 7.5 aydan 5 yıl 3 aya kadar çıkarılmasını, “haksız tahrik” altındaki polis memurlarının cezasının ise 4 -9 ay arasında olacak şekilde indirilmesini talep etti. Şu an Yargıtay Başsavcılığı’nın konuya ilişkin görüşünü açıklayacağı tebliğname bekleniyor. “Rüyamda görsem inanmazdım, kâbus gerçek oldu” diyor Cengiz. Kâbus bitmiyor da.

‘Hayatımız kalmadı’

Evet, her şey denize gittikleri o temmuz günü başladı. Babasından miras kalan bir miktar toprak satılmış, hissesi o gün eline geçmişti. Cengiz’in baba tarafı Elazığlı, İzmir’e o daha bir yaşındayken gelmişler. Çok düşkün olduğu abisi ve ailesiyle birlikte Seferihisar, Ahmetbeyli’ye gittiler, denize girdiler, eğlendiler. Dönüşte hamile olan kızları, onun eşi ve kayınbiraderiyle Karabağlar’daki müzikhole oturdular. Sonra işte denetim için polisler geldi.

Murat Cengiz arabayla eşini takip etti. Ne karakola sokuldu, ne de sonra hastaneye. “Hastanede doktora ‘Abi beni dövdüler’ dedim, ‘Ne diyorsun sen’ diye çıkıştı. Baktım kapı açık, polisler orada. Ben polislerin neler yapabileceğini o an anladım” diyor şimdi Fevziye Cengiz. İlk bilirkişi raporu da feci dayaktan söz etmiyordu zaten.

Sonra neler değişti hayatlarında? “Hayat diye bir şey kalmadı” diye başlıyor Murat Cengiz. Üç kızları var, büyük ikisine bıraktıkları marketlerini, tüm ruhsatları bulunmasına rağmen sürekli kaçak mal sattıkları gerekçesiyle taciz edildiği için usanarak kapattılar. Asıl işi şoförlük. Nakliye şirketlerinde, okul servislerinde, turist otobüslerinde şoförlük yapıyor; o da kim olduğu anlaşılana kadar. Sonra işten atıldığını söylüyor.

Küçük kızları artık 12 yaşında, korkudan evde tek başına su dahi içemiyor. Olayın hemen ertesinde okula giderken bir sivil polisin takip ettiği kuşkusuyla korkup kızı bir yıl okuldan almışlar. Ortanca kızları dediklerine göre evin gergin ortamından kurtulmak için kaçıp evlenmiş. 19 yaşında, son ikizlerle üç çocuk annesi şu an.

O gün birlikte denize gittikleri, Fevziye Hanım’ın düşkün olduğu abisi olayın hemen ardından kanser oldu. “Sebebim sensin” demiş bir kez ona, “Kahroluyorum” diyor, anlatırken gözleri doluyor yine.

Görüntüler çıkana kadar Murat Bey’in ailesi dahi inanmamış, ancak şimdi iyiymiş araları. Fakat yine görüntülerden önce, mahalleli gitmeleri için imza topladığından yıllardır oturdukları kendi evlerinden, ayrılmak zorunda kalmışlar. Damatları, damatlarının ailesi ve kendi ailesi üzerinden tehdit aldıklarını söylüyor Murat Cengiz.

‘Onlar bizden güçlü’

Bu arada o sırada müşteri olduğu yönünde ifade veren müzikhol çalışanları da ifadelerini değiştirdiler zaman içinde. Fevziye Cengiz, eşinin Afganistan’a şoförlük için gittiği ve parasını alamadığı dönemde garsonluk yapmış; garsonluk kartı var. “Orada garson olarak çalışsam niye saklayayım. Çalışsam yanımda eşimin, ailemin ne işi var? Hem garson olsam da suç değil. Kartım olmadan çalışıyorsam ceza alacak olan, girişimi yapmayan yerdir. Ben niye gitmeyeyim karakola” diyor şimdi.

Cengiz, o günden beri garson, hatta konsomatris olmadığına insanları ikna etmek zorunda bırakılıyor. “Ben her yere giderim, eşim yanımda, kimseyi ilgilendirmez. Kıyafetime de laf ediyorlar, denizden dönmüşüz, deniz kıyafetlerim onlar” diyor her defasında.

“Dava ettiğime pişman oldum aslında,” diye giriyor küskün, “Başta kazanacağımı düşünmüştüm. Cahil kafam haklısın diyordu. Dayağı yiyip oturmam lazımmış bu ülkede, onu anladım. Haklı da olsan, hakkını aramayacaksın. Yenilen dayak ortada, hâlâ suçlusun. Bu nasıl ülke, nasıl dünya? Beni yıldırdılar, bunu başardılar. Onlar bizden güçlü, çok güçlü. Kanunen cezalarını alamıyorlarsa, Allahım versin cezalarını, başka bir şey istemiyorum. Suçlu muyum niye gireyim cezaevine? Öldürürüm kendimi, o zaman bulsun Türkiye adaleti derim.”

Karakoldan ölüsünün çıkacağını düşünmüş, iyice içi kararınca “Ölseydim daha iyiydi” de diyor. Masanın altında üzerine çıkılarak yediği dayaktan ötürü hâlâ kapalı yerde daralıyor, asansöre binemiyor. “Daha kameranın göstermediği kapı arkasını bilmiyorsunuz” diye ekliyor gözleri boşluğa dalarak. Eskiden marketi kapatıp eşiyle çay içmeye, balık yemeye, eğlenmeye falan giden, hayatı seven bir çiftken, küçük kızlarıyla birlikte eve kapanmışlar. “Artık denize gitmeyi de canım istemiyor. Ölen abimle birlikte son mutlu denize gidişimizdi o gün” diye iç geçiriyor.

Bir deniz kıyısının resmedildiği o tablonun önünde konuşurken, en son ne zaman kendini mutlu hissettiğini sordum. “Kızım sınıf başkanı seçildiğinde herhalde” dedi. Aleyna doktor olmak istiyor.

[Haber görseli]

Çeyrek asırlık aşk

Bu yaşadıkları Fevziye Cengiz’in sinirlerini altüst etmiş, hafif gülerek, “Başkası olsa tahammül edemez” diyor Murat Cengiz. Çok sinirlendiğinde, “Sen de beni o gün koruyamadın” diye söyleniyormuş. Hâlâ birlikte direnebilmelerinin tek gerekçesi temelin sağlam olması. Bir yıldırım aşkı var hikâyenin gerisinde.

1974 doğumlu Fevziye Hanım, derici olan abisinin yanında tekstil işini çok küçükken öğrenmiş. 16 yaşında çalıştığı erkek gömlek atölyesinde de başka bir makineci dikkatini çekmiş. Tam bir ay sonra düğün yapacaklar. Askerden dönüşünü bekleyecek. En çok neyi beğenmiştiniz birbirinizde, diye soruyorum. “O çok yakışıklıydı, ben de çok güzeldim” diyor Fevziye Hanım gülerek. “Ben temiz kalpliliğini de sevdim” diye ekliyor Murat Bey. Birbirine “Sen ölürsen, aynı gün ben de öleyim” diyen bir çift. “Burukluk var ama sevgimizde bir şey olmadı” diyor Murat Bey, Fevziye Hanım sevgiyle bakıyor uzaktan.

Şu da var… Sonradan kulaklarına geliyor. “Eşimi o gün yabancı zannetmişler, karım olduğuna inanamamışlar. Kimliğimi verince bile inanmadılar. Bir anda o hareketleri yapmalarının sebebi buymuş” diyor Murat Cengiz. Ne tuhaf, yakıştıramamışlar işte, yalan söylediklerini düşünmüşler. 25 yıllık evliler, yaşadıkları her şeye rağmen birlikteler, bıraksalar çok da mutlu olacaklar oysa.