İstanbul, Kartal’daki otelin restoranında dev bir masaya bir örnek formaları ve meraklı bakışlarıyla dizilmişlerdi. Yılların futbolcuları Hakan Ünsal ve Alpay Özalan, İstanbul maçlarını vesile ederek Cizrespor’un oyuncularına Profesyonel Futbolcular Derneği’ni anlatmaya gelmişti. Yaş meselesi, askerlik tecil sorunu, tek tip sözleşme lüzumu… Üçüncü lige özgü hallerden bahsediyorlardı. Cizresporlu oyuncularla asıl konuşacaklarımızsa, onları ve taraftarlarını “Cizrespor’a adalet”
Kuşaklar değişse de yaylalardan konuşurken bütün gözler parlıyor. Havasını suyunu övüyorlar, ahbaptan söz eder gibi ismiyle hayvanlarını anıyorlar, köyden yaylalara sekiz saat süren patika yürüyüşlerini, hiçbir eğlentide tadını bulamadıkları “yayla neşesini” anlatıyorlar. “Nerede o neşe şimdi” dertleniyorlar. Devletin zor gücü yeri geldiğinde bir dozer kılığında dolaşıyor ortalıkta. Doğu Karadeniz’de sekiz ilin yaylalarını denizden iki bin,
Savaşın fenalığını anlatmaya yarattığı yıkımdan başlıyoruz. Haliyle böyle. Savaşın “taraflarının” acısı sanki bir tartının iki kefesine konuyor. Savaşı konuşmaya önce akıldışılığından başlamak gerekiyor belki; savaşmamayı böyle, akılla seçmek gerekiyor. Yoksa Recep ile Rıdvan’ı ne yapacağız? Erzurum merkeze 200 km uzaklıktaki Karaçoban ilçesinde, Kırımkaya mahallesindeyiz. Tek katlı taziye evinin bir köşesinde iki gencin fotoğrafları duruyor: Recep
Ordu ve Girusun’da fındık hasadı, mevsimlik gezici işçilerin ellerine bakıyor. Evlerini en son baharda gören Kürt işçilerin kaldığı Fatsa’daki kampta hayat tahayyüllerin ötesinde zor.
Dönemin tek başına iktidar olan partisi AKP’nin, daha sonra “çözüm süreci” olarak anılacak hamleye girişirken zihninin berisinde olanlar hiç tahmin edilemez değildi. Tamı tamına ne olduğu önemli miydi? Birincil düzeyde değil. Çatışmasızlık arayışı, müzakere yahut müzakereye uzanacak her tür ilişki yoluyla, zaten o ana dek birbirini reddetmiş, birbiriyle çatışmış taraflar arasında gerçekleşir. Kafalarındaki asla aynı
Ümraniye Ihlamuryolu’ndaki cemevinin bahçesi genç insan dolu. Kendi yaşıtlarından birininki olmasını bırakın, hayatında daha önce cenaze görmemiş olan var aralarında. Suruç’taki intihar saldırısında hayatını kaybedenlerden biri olan Sivaslı Hatice Ezgi Sadet, 20 yaşındaydı. Üyesi olduğu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan arkadaşları burada, hatta bir kısmı girişlerde herkesi arama işini de üstlenmiş. Sanat tarihi okuduğu okulundan arkadaşları
u anda bir bayram günü Poyraz Ali ne yapıyordur? Annesinin koğuş arkadaşlarıyla, her gün birinin sırayla mesuliyet üstlenen “oyun teyzeleriyle” bayramlaşmış, ceplerini çikolatalarla doldurmuştur. Üzerinde cezaevi kreşinde bayram hediyesi olarak verilen kıyafetler vardır, ayağına büyük gelse de o çok beğendiği lacivert sandaletleri asla ayağından çıkarmıyordur. Tam bugün olan açık görüş için teyzesi gelene kadar belki oyuncak vinciyle oynayacaktır, belki de geçen doğum gününde eğitim merkezinde ona hediye edilen ama ancak kuyruğu kesilerek içeri sokulan hayvancığıyla. Kuyruğunu sıkınca ses çıkarıyormuş çünkü oyuncak; yasak. Ama şu an Poyraz Ali’nin başka bir derdi var.
7 Haziran akşamüstü, seçime mahsus gazetecilik işlerinin yanı sıra, aslen bir vatandaş hissiyle oy verdiğim okula, sandığıma dönmek istedim. Saat 5’e yaklaşıyordu. Bir seçim günü için alışık olmadığım kadar kalabalık koridorları geçip sınıfa girdim.. İçeride benim dışımda, benzer hislerle gelenler de vardı.
Ağrı Havaalanı’nda inenleri, baskıda kırmızı ayarı kaçtığından herkesin tuhaf göründüğü üç dev poster karşılıyordu: Atatürk, Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu. Bu hazırlığın üç-dört gün evvelki AK Parti mitinginden mi kalma olduğunu sormak için güvenlik görevlisine yanaştığımda yanında “Tuvalette su akmıyor, her yer leş gibi” diye söylenen biri vardı. Bizzat tetkik ettim, hakikaten 15 seneyi devirmiş kasaba otogarlarının tuvaletlerini andırıyordu. Meğer havaaalanı Davutoğlu mitingi öncesi birtakım eklemelerle “yenilenmiş”, vesileyle adı da değişecekmiş. İçeride bir yerde boya kokusu, yeni yürüyen merdivenler, bir yerde çatlak kolonlar, kokan tuvaletler. Ne güzel bir -yeni- Türkiye özeti.
İstanbul’da hayat felç edilmişken Nakış İşçileri Birliği üyesi yüzlerce işçi inat etti, 1 Mayıs’ta tam 13 km yürüdü. İki yıllık mücadeleleri “tarihi” anlarla dolu.
Şurası kesin, Nakış İşçileri Birliği’nin hikâyesi Türkiye emek mücadelesi tarihinde nadide bir yerde duracak. Hele bazı sahneler film gibi akıyor önünüzde. 1 Haziran 2013 de öyle, son 1 Mayıs da. Güzel yanıysa hepsinin gerçek olması.