Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/biz-bu-secimi-neden-yaptik/

“Biz bu seçimi neden yaptık?”

Cuma günü Beyazıt’taki YÖK protestosunu takip eden Bianet muhabiri Beyza Kural’ı gözaltına almak isteyen polis şöyle bağırıyordu: “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size.” Beyazıt Meydanı’ndaki güvercinleri havalandırıp Türkiye’nin bütün meydanlarına ulaşsın istenen mesaj bu aslında. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Üzerinden bir süre geçtikten sonra, fon müziği “bitanemli”, “nasıl geçirdik”li makamdan olan tarafın ekserisi, öyle etraflı seçim analizine lüzum görmüyor açıkçası, tam da bu polis gibi “önüne” bakıyor. Muhalefet ise gayet manâlı gerekçelerle 1 Kasım’da tam olarak ne olduğunu anlama gayretinden bitap düşmüş durumda. Neden böyle oldu? Neden böyle olmayacağı varsayılıyordu? Yenisi gelmedi, eskisi gibi de mi olmayacak?

Bu yolda edilen kelâmın, verilen her tür özeleştirinin kıymeti ve faidesi çoksa da, ekseriyetle düşülen bir tuzağı unutmamak gerekiyor, o da buna normal bir seçim muamelesi yapmak… 1 Kasım sanki 2011’den beri milletvekili seçmek için gidilen ilk sandıkmış gibi davranmak… Hatta belki de muhalefet açısından verilecek özeleştirinin önceliklisi şu olmalı: Biz bu seçimi neden yaptırdık?

Seçmeni tanımak/anlamak, istikrâr ve güven talebini iyi tahlil etmek, kaşınan toplumsal zaafların teşhisini yapmak, kaos iklimlerinin genelgeçer olası neticelerine kafa yormak, solun muhtemel beceriksizlikleri üzerine düşünmek; bunların her biri mühim ve de kadim dertler. Fakat onca analizin, teşhis ve de tedavi önerilerinin arasında şunu düşünmekten kendimi alamıyorum, daha buraya gelmeden evvel atlanmış bir adım yok muydu?

“Ne münasebet!” diyebilmek

Parti liderlerine hükümet kurma görevini verecek olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir gün apansızın “tekrar seçim” diye bir tamlama kullandı. Kast ettiği bir koalisyon inşa edilemediği halde gidilecek olan “erken seçim” değil, 7 Haziran’ın düpedüz tashih edilmesiydi. 7 Haziran yaşanmamış sayılmalıydı. Numan Kurtulmuş, bunu şöyle açıklamıştı hatta: “Sayın Cumhurbaşkanımız siyasi hayatı boyunca erken seçime karşı olmuş bir isim. Türkiye’nin erken seçimlerden çok zarar gördüğünü bilen bir isim olarak fikir olarak erken seçim fikrine hep karşı oldu.”

Bu seçimin sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan istiyor diye yapıldığı iki seçim arasında zikredilen bir cümleyse de, bu arzunun kendisine yönelik, kaynağını yasalardan alan demokratik ve muhalif refleksin üretildiği söylenebilir mi? “Aritmetik zaten izin vermiyor” nevi gerekçelerle hükümet kurma görevi verilmeyen CHP, tekil itirazlar dışında “Ben belki AKP’ye, HDP’ye, MHP’ye yepyeni bir teklifle gideceğim” diyerek bu duruma isyan etmedi. Evet, MHP’nin anahtarı denize atılmış bir kilit gibi davrandığı aşikârdı. Ama kendi içerisinde sorunsuz yapılmış bir seçime tercihini yansıtmış halklar, yani tam da “milli irade”, yeterince yüksek sesle “Ne münasebet” demedi.

Herkes (elbette ki beklediği oyu alamayan AKP dışında) oturduğu yerde köpürüp kimsenin tam olarak gerekçesini izah edemeyeceği “tekrar seçim” için çalışmaya başladı. Tabii ne kadar çalışılabiliyorsa… Bilhassa HDP’nin nasıl akıldışı, yasadışı biçimlerde demokratik seçim ortamından dışlandığı, düpedüz ölüm riskiyle siyaset yapmak mecburiyetinde, üstelik de yalnız bırakıldığı ortada.

Sevinmeyi bilmeyenler

Tüm bunlara rağmen diyelim koalisyon hükümeti kurmakta mahir olamamış muhalefet unsurları, demokratik haklarını kullanarak bu “çakma” seçimi teşhir etmede ısrarcı davranmadı. Toplu bir boykot hareketine, 1 Kasım “tekrar seçiminin” meşruiyetini sorgulatacak ortak bir davranışa yeltenmedi. Seçmen de kabul etmekle kalmayıp katılımı artırdı. Madem giriyoruz, bari güvenliğini sağlayalım diye canını dişine takarak çalıştı insanlar. O noktadan sonra mantıklı olan buydu.

Neden? Öncelikle alternatif yok gibi hissettirildi; bu başarıldı. İkincisi, galiba muhalefet de 7 Haziran’ı tashih edebileceğini düşünüyordu ama kendi lehine… “Çözülmekte olan yorgun iktidar partisi” fikri, iki seçim arasında dökülen kanın müsebbibinin “doğru” anlaşılacağına dair inançla birleşince “Eskisi gibi olmaz” dendi belki. Fakat korku yaymakla, korkunun giderilmesi aynı zaman birimlerinde ölçülmüyor. Beş ayda yapılabileceklerin bir sınırı var. Birinin mayası ülke siyasi tarihinde zaten hazır, diğeriyse muhtelif nedenden çok daha zor.

Ara ara o hissi hatırlıyorum. 7 Haziran seçimlerinden dört-beş gün sonra “Biz sevinmeyi bilmiyormuşuz” diye başlık atmışım burada (link). Az evvel başkası yazmış gibi okudum, zihnimden çıkan teferruatla hatırladım. Diyecek söz bulamadan, hiç bilmedikleri bir mutlulukla birbirine sarılan insanlar… Bundan sonra ne yaşansa o akşamın hissine benzemeyecek.

7 Haziran’ın üzerinden birkaç ay geçti, yine birbirine sarılan insanlar vardı etrafımda. Yine sıkı sıkı. Yine diyecek kelime bulamadan. Ama bu kez mutluluktan değil. Dostlarımızı gömdük, genç ölüler için açılmış mezarlara baktık. İnsanlar tanımadıklarının ardından gözyaşı döktü hıçkırarak, kendileri onlardan biri değilse hayatına bundan sonra bedeninden, ruhundan eksik parçalarla devam edeceklere “geçmiş olsun” dediler içten. Geçsin istediler. Haklıydılar.

Her şeye rağmen özeleştiride acımasızlık hakkını, kimsenin mantıklı, haklı gerekçelerle açıklayamayacağı bu “tekrar seçim” tuzağına düşmemizde kullanmaktan yanayım. AKP o zaman şunu aldı, HDP, CHP şunu aldı; o kötüydü, bu zafer kazandı diye değil, ilkesel bir yanlışa cevaz verildiği için… Bu imkân zorlanmadığı için… Tam da bu sonuç için kurulan bir oyun olduğu için… Bunu konuştuktan sonra belki daha rahat, daha başka cümleler kurarız 1 Kasım hakkında.