Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/diyarbakirda-cizre-yarasi/

Diyarbakır’da Cizre yarası

Yeniköy Mezarlığı’na giden yolda okul üniformasıyla ne çok genç var. Hepsi, Diyarbakır’da iki gün önce Cizre’de yaşananların protestosu sırasında öldürülen Mahmut Bulak’ın arkadaşları. Lise ikide okuyan 16 yaşında bir genç.

“Çok güzel bir insandı” diyor tanıyanlar. Akrabası kadar üzgün görünen bir kadına soruyorum, “Tanımam ama hepsi benim çocuğum” diyor. Mahmut’un mezarı başından çığlıklar yükselirken az arkasında bir hafta, bir ay, iki ay önce ölmüş gençler yatıyor. Mahalle arkadaşı, yaşıtı Çekwar Çubuk’un yanına gömülüyor Mahmut.

Bu mezarların da başlarında yine dudakları titreyen kadınlar, erkekler, gençler var. Cenaze kalabalığı dağıldığında onlar yine oradalar. 90’larda aile büyüklerinin başka mezarlar başında ağlaştığı zamanlarda doğmuş bu genç ölüler. Mezarlığın bu bölümünde dikilen bütün mermerlerde bir doğum tarihi yazıyor, bir de “şahadet”. Taşı henüz dikilmemiş taze mezarlara küçük çakıl taşlarıyla isimleri dizilmiş. Her yer yeşil, sarı, kırmızı.

Cizre protestosu Diyarbakır’ın çok yerinde hayatı durdurmuş durumda; kepenkler kapalı, çöpler toplanmıyor. Kentin en canlı caddelerini hasta, bitkin gösteriyor bu hal. Sur tarafını sorarsanız… Yoğunluk değişse de, kadim kentin binlerce yıl evvel kendini düşman akınından korumak için yaptığı surların içinden ağır silah sesleri geliyor durmadan. Hemen yanda hayat akıyor, Tekkapı’nın karşısındaki okuldan zil sesi karışıyor silah ve siren seslerine: Barış Manço’dan Gülpembe.

Suriçi’nin girilebilen caddelerinde dükkanlar tek tük açık, o capcanlı şehir gitmiş, ağır komada ne yaşadığı ne yaşamadığı belli bir hale bürünmüş. Baktıkça hüzünleniyor, bunun üzerine ne inşa edilebilir diye öfkeleniyorsunuz. Ev, apartman, TOKİ, Toledo değil sadece, seçilen bu yolla insanların içinde yıkılanlar nasıl yeniden inşa edilir?

Gazeteciler nöbette

Üç gündür Haber Nöbeti’nin ikinci grubundaki yedi gazeteciyle Diyarbakır’dayız. Nöbetin bir amacı bölgeden haber akışını artırmak, yaygınlaştırmak. İkinci gayeyse yoğun baskı altında görevlerini yapan meslektaşlarımızla dayanışmak. Ben bir günümü yerel Tigris gazetesinde, şahane fotoğraflarını bildiğim İlyas Akengin’le geçirdim. Aslen Sur’daki öğrencilerin akıbetini sorabilmek için İl Milli Eğitim Müdürü Adnan Hurata’nın bir ilkokulda süt dağıtışını takip ettik. Sorularımızın cevaplarını bildiğini ama talimat gereği Valilik’e yazılı sorulmayan soruları cevaplayamayacaklarını söyledi. Normalde basına karşı konuşkanlığıyla tanınırmış oysa. Sonra Mahmut Bulak’ın cenazesi, sonra Suriçi…

Haber Nöbeti ekibiyle ya da ayrı, kimle konuşsak bir önceki seferden daha kırgın, daha öfkeli, daha umutsuz bir Diyarbakır çıkıyor karşımıza. Ama sanki Cizre ayrı bir köşebaşı olmuş. Tesiri Batı’nın idrak edemediği bir düzeyde.

Çocuklarda kekemelik

Belediye’nin önünde 50 günü aşkın süredir nöbet tutan sağlıkçıları ziyaret ediyoruz. SES Diyarbakır Şube Eşbaşkanı Selma Atabey uluslararası sözleşmeler uyarınca sağlık erişiminde yaşanan güpegündüz ihlalleri anlatıyor. Çocuklarda kekemelik, sağırlık vakaları artmış, kadınlar adetten, sütten kesiliyor. Atabey, yaralılara müdahale etmek için Cizre’ye ulaşmak isteyen ama denedikleri üç yoldan da sokulmayan sağlıkçılardan biri. Mesleki sorumluluklarını yerine getirememenin, çabalarının hiçbir şeyi değiştirmemesinin küskünlüğünü yaşıyorlar.

Diğer yandan Baro Başkan Vekili Ahmet Özmen, kaynağını yasalardan almayan olağanüstü hal koşullarında hukuk yollarını nasıl zorladıklarını anlatıyor. Tahir Elçi soruşturması ihmallerle, yavaşlığıyla ayrı bir ümitsizlik vesilesi.

Bir de tüm bunları yalnız yaşamanın verdiği ağırlık var. Diyarbakır’ın sesi çok yüksek ama duyulmuyor.