Yusuf’un, horozunun ve Türkiye’nin hikâyesi

Önce şöyle bir sahne geliyor gözümün önüne. Cizre’den Diyarbakır’a giden şehirlerarası otobüste, bir yolcunun kucağında bakkaldan istenmiş sarı mukavva bir kutu var. İçinde bir horoz. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gidiyorlar. Çünkü 13 yaşındaki Yusuf ameliyatın narkozundan sıyrılır sıyrılmaz horozunu sormuş. Cizre’den bir komşunun taşıdığı o horoz, hastanenin arka tarafındaki bahçeye bırakılacak, hemen bahçe katındaki


Jose Mujica: “Harcadığınız para değil, hayatınız”

Karşımızda 80 yaşında, gülünce gözleri kaybolan tatlı bir adam var. Uruguay’ın eski devlet başkanı, Pepe lakaplı Jose Mujica’nın sınırları aşan şöhreti “dünyanın en yoksul başkanı” olmasından geliyor. Bu onun göbek adı gibi hatta. Protokol sevmiyor, kravat takmıyor, tarifeli uçakla uçuyor. Görevi esnasında şatafatlı başkanlık konutunda değil, 30 yıllık tek göz bahçeli evinde yaşamayı tercih etti.


’17 yaşındayım, bana bu acıyı yaşatma’

Zaten iyi olanın işi ne, hastaneler civa gibi işleyen, civa gibi ağır yerler. Fakat 10 Ekim’deki katliamdan beri Ankara’nın hastanelerinde başka bir ağırlık var. Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin “Acil” girişinde bir kriz masası karşılıyor gelenleri. Arkada bir de depo olarak adlandırılan büyük çadır var; içi yatak çarşafından kadın pedine, kabandan kesme şekere gönüllülerin yolladıklarıyla


Cizrespor’a her yer deplasman

İstanbul, Kartal’daki otelin restoranında dev bir masaya bir örnek formaları ve meraklı bakışlarıyla dizilmişlerdi. Yılların futbolcuları Hakan Ünsal ve Alpay Özalan, İstanbul maçlarını vesile ederek Cizrespor’un oyuncularına Profesyonel Futbolcular Derneği’ni anlatmaya gelmişti. Yaş meselesi, askerlik tecil sorunu, tek tip sözleşme lüzumu… Üçüncü lige özgü hallerden bahsediyorlardı. Cizresporlu oyuncularla asıl konuşacaklarımızsa, onları ve taraftarlarını “Cizrespor’a adalet”


“Kendimuz zaten yeşiluk, yolun yeşilu olur mu?”

Kuşaklar değişse de yaylalardan konuşurken bütün gözler parlıyor. Havasını suyunu övüyorlar, ahbaptan söz eder gibi ismiyle hayvanlarını anıyorlar, köyden yaylalara sekiz saat süren patika yürüyüşlerini, hiçbir eğlentide tadını bulamadıkları “yayla neşesini” anlatıyorlar. “Nerede o neşe şimdi” dertleniyorlar. Devletin zor gücü yeri geldiğinde bir dozer kılığında dolaşıyor ortalıkta. Doğu Karadeniz’de sekiz ilin yaylalarını denizden iki bin,


İki oğul, iki acı

Savaşın fenalığını anlatmaya yarattığı yıkımdan başlıyoruz. Haliyle böyle. Savaşın “taraflarının” acısı sanki bir tartının iki kefesine konuyor. Savaşı konuşmaya önce akıldışılığından başlamak gerekiyor belki; savaşmamayı böyle, akılla seçmek gerekiyor. Yoksa Recep ile Rıdvan’ı ne yapacağız? Erzurum merkeze 200 km uzaklıktaki Karaçoban ilçesinde, Kırımkaya mahallesindeyiz. Tek katlı taziye evinin bir köşesinde iki gencin fotoğrafları duruyor: Recep


Mevsimlik fındık işçilerinin duyulmayan sesi

Ordu ve Girusun’da fındık hasadı, mevsimlik gezici işçilerin ellerine bakıyor. Evlerini en son baharda gören Kürt işçilerin kaldığı Fatsa’daki kampta hayat tahayyüllerin ötesinde zor.


Yarın ölebilecek olanlar hâlâ hayattayken

Dönemin tek başına iktidar olan partisi AKP’nin, daha sonra “çözüm süreci” olarak anılacak hamleye girişirken zihninin berisinde olanlar hiç tahmin edilemez değildi. Tamı tamına ne olduğu önemli miydi? Birincil düzeyde değil. Çatışmasızlık arayışı, müzakere yahut müzakereye uzanacak her tür ilişki yoluyla, zaten o ana dek birbirini reddetmiş, birbiriyle çatışmış taraflar arasında gerçekleşir. Kafalarındaki asla aynı


Hiç ayrılmazlardı yine yan yanalar

Ümraniye Ihlamuryolu’ndaki cemevinin bahçesi genç insan dolu. Kendi yaşıtlarından birininki olmasını bırakın, hayatında daha önce cenaze görmemiş olan var aralarında. Suruç’taki intihar saldırısında hayatını kaybedenlerden biri olan Sivaslı Hatice Ezgi Sadet, 20 yaşındaydı. Üyesi olduğu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan arkadaşları burada, hatta bir kısmı girişlerde herkesi arama işini de üstlenmiş. Sanat tarihi okuduğu okulundan arkadaşları


Poyraz Ali vardı, hatırlar mısınız?

u anda bir bayram günü Poyraz Ali ne yapıyordur? Annesinin koğuş arkadaşlarıyla, her gün birinin sırayla mesuliyet üstlenen “oyun teyzeleriyle” bayramlaşmış, ceplerini çikolatalarla doldurmuştur. Üzerinde cezaevi kreşinde bayram hediyesi olarak verilen kıyafetler vardır, ayağına büyük gelse de o çok beğendiği lacivert sandaletleri asla ayağından çıkarmıyordur. Tam bugün olan açık görüş için teyzesi gelene kadar belki oyuncak vinciyle oynayacaktır, belki de geçen doğum gününde eğitim merkezinde ona hediye edilen ama ancak kuyruğu kesilerek içeri sokulan hayvancığıyla. Kuyruğunu sıkınca ses çıkarıyormuş çünkü oyuncak; yasak. Ama şu an Poyraz Ali’nin başka bir derdi var.