“Kendimuz zaten yeşiluk, yolun yeşilu olur mu?”

Kuşaklar değişse de yaylalardan konuşurken bütün gözler parlıyor. Havasını suyunu övüyorlar, ahbaptan söz eder gibi ismiyle hayvanlarını anıyorlar, köyden yaylalara sekiz saat süren patika yürüyüşlerini, hiçbir eğlentide tadını bulamadıkları “yayla neşesini” anlatıyorlar. “Nerede o neşe şimdi” dertleniyorlar. Devletin zor gücü yeri geldiğinde bir dozer kılığında dolaşıyor ortalıkta. Doğu Karadeniz’de sekiz ilin yaylalarını denizden iki bin,


İki oğul, iki acı

Savaşın fenalığını anlatmaya yarattığı yıkımdan başlıyoruz. Haliyle böyle. Savaşın “taraflarının” acısı sanki bir tartının iki kefesine konuyor. Savaşı konuşmaya önce akıldışılığından başlamak gerekiyor belki; savaşmamayı böyle, akılla seçmek gerekiyor. Yoksa Recep ile Rıdvan’ı ne yapacağız? Erzurum merkeze 200 km uzaklıktaki Karaçoban ilçesinde, Kırımkaya mahallesindeyiz. Tek katlı taziye evinin bir köşesinde iki gencin fotoğrafları duruyor: Recep


Mevsimlik fındık işçilerinin duyulmayan sesi

Ordu ve Girusun’da fındık hasadı, mevsimlik gezici işçilerin ellerine bakıyor. Evlerini en son baharda gören Kürt işçilerin kaldığı Fatsa’daki kampta hayat tahayyüllerin ötesinde zor.


Hiç ayrılmazlardı yine yan yanalar

Ümraniye Ihlamuryolu’ndaki cemevinin bahçesi genç insan dolu. Kendi yaşıtlarından birininki olmasını bırakın, hayatında daha önce cenaze görmemiş olan var aralarında. Suruç’taki intihar saldırısında hayatını kaybedenlerden biri olan Sivaslı Hatice Ezgi Sadet, 20 yaşındaydı. Üyesi olduğu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan arkadaşları burada, hatta bir kısmı girişlerde herkesi arama işini de üstlenmiş. Sanat tarihi okuduğu okulundan arkadaşları


Poyraz Ali vardı, hatırlar mısınız?

u anda bir bayram günü Poyraz Ali ne yapıyordur? Annesinin koğuş arkadaşlarıyla, her gün birinin sırayla mesuliyet üstlenen “oyun teyzeleriyle” bayramlaşmış, ceplerini çikolatalarla doldurmuştur. Üzerinde cezaevi kreşinde bayram hediyesi olarak verilen kıyafetler vardır, ayağına büyük gelse de o çok beğendiği lacivert sandaletleri asla ayağından çıkarmıyordur. Tam bugün olan açık görüş için teyzesi gelene kadar belki oyuncak vinciyle oynayacaktır, belki de geçen doğum gününde eğitim merkezinde ona hediye edilen ama ancak kuyruğu kesilerek içeri sokulan hayvancığıyla. Kuyruğunu sıkınca ses çıkarıyormuş çünkü oyuncak; yasak. Ama şu an Poyraz Ali’nin başka bir derdi var.


‘Zorla oy vereceklerse beni assınlar daha iyi’

Ağrı Havaalanı’nda inenleri, baskıda kırmızı ayarı kaçtığından herkesin tuhaf göründüğü üç dev poster karşılıyordu: Atatürk, Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu. Bu hazırlığın üç-dört gün evvelki AK Parti mitinginden mi kalma olduğunu sormak için güvenlik görevlisine yanaştığımda yanında “Tuvalette su akmıyor, her yer leş gibi” diye söylenen biri vardı. Bizzat tetkik ettim, hakikaten 15 seneyi devirmiş kasaba otogarlarının tuvaletlerini andırıyordu. Meğer havaaalanı Davutoğlu mitingi öncesi birtakım eklemelerle “yenilenmiş”, vesileyle adı da değişecekmiş. İçeride bir yerde boya kokusu, yeni yürüyen merdivenler, bir yerde çatlak kolonlar, kokan tuvaletler. Ne güzel bir -yeni- Türkiye özeti.


Film gibi emek savaşı

İstanbul’da hayat felç edilmişken Nakış İşçileri Birliği üyesi yüzlerce işçi inat etti, 1 Mayıs’ta tam 13 km yürüdü. İki yıllık mücadeleleri “tarihi” anlarla dolu.

Şurası kesin, Nakış İşçileri Birliği’nin hikâyesi Türkiye emek mücadelesi tarihinde nadide bir yerde duracak. Hele bazı sahneler film gibi akıyor önünüzde. 1 Haziran 2013 de öyle, son 1 Mayıs da. Güzel yanıysa hepsinin gerçek olması.


100 yıla sınırdan bakmak

Yeni çiçeklenmiş kayısı ağaçlarının arasından Arpaçay’ın kıyısına indiğimiz o anı unutamayacağım. Önümüzde usul akan, genişliği bazı yerde on metre olan çayı, iri taşlardan zıplayıp geçebilirdik istesek. Ama karşı tarafa gidebilmek için biz karadan neredeyse 1200 kilometre yol yapmıştık. Çünkü durduğumuz yer Kars’ın Digor ilçesine bağlı Halıkışlak köyüydü, karşısı ise Ermenistan’da Armavir’e bağlı Bagaran.