16 Eylül 2019
Selen Erdoğan / Express
Acaba Öğünç için de edebiyat, dünyanın sefil halinden güzellik çıkararak hayatı sürdürmenin öyle ya da böyle yolunu bulduğumuz bir mecra mı? Bu sefil halin kaydı tutuldukça, bu kaydı okudukça öfkemizi bir nebze dindiriyor olmakla gözden kaçırdığımız bir ihtimal mi var? “Çimento” hikâyesinde adı bir an belirip kaybolan beterotu çiçeğini sefilliği güzelliğe tercüme edebilme kapasitesi olan bir dil olarak tarif edebilir miyiz? Bu dili öğrenip kullanmanın yatıştırdığı huzursuzluğa aslında ihtiyacımız mı var? Belli ki bu sorular yazarın kafasını kurcalıyor ve yazı serüveni de buradan besleniyor. Bu serüven nasıl başlamış diye düşünüyor insan, bu sorulara nerelerden geçilerek varılmış olabilir?