Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/roportajlar/patronsuz-bir-fabrika-neye-benzer/

Patronsuz bir fabrika neye benzer?

İki eski makine kalmış, her yer harap ama onlar inatla kazak üretmeye devam ediyor. Alacaklarıyla açıkta kalan Kazova işçileri bir ilke imza attı. Bomonti’deki fabrikanın içindeyiz…

Bir fabrikadayız. Hem ölü, ama aynı anda hiç olmadığı kadar da canlı bir yer burası. Bir fabrikada işçilerin kendi üretimini yapması ne demek?
İstanbul’un dönüşen mahallelerinden Bomonti’nin ara sokaklarında gezerken rengârenk kumaş kırpıntılarından yığınlar görüyorsunuz kaldırım kenarlarına bırakılmış. Ama her geçen yıl daha az. Öyle estetik operasyon falan değil kentsel manada yüz nakli yapılan semtlerden biri Bomonti. Etrafta aynalı kulelerle yeni ‘yaşam alanları’ yükseldikçe, bodur apartmanların sakinleri de gidiyor; yıllar içinde sokaklara serpilmiş tekstil atölyeleri, irili ufaklı tekstil fabrikaları belki bir rezidansa, belki bir otele doğru el değiştiriyor.
Kazova da 1940’lardan beri çok bilinen markalara üretim yapan orta halli bir tekstil fabrikası. Yüze yakın çalışanıyla günde iki bin civarı kazak üretse de bilhassa son yıllarda ciddi bir ticari başarısızlık içinde. Şu an hukuki anlamda iflastan söz edemiyoruz, lakin piyasaya birikmiş borçlardan, ‘kaçınılmaz son’a yaklaştıkça işverenin çevirdiği numaralardan bahsediyorlar. Fabrikanın önüne sabit bir direniş odası kurulmuş, sıcak su durmadan kaynıyor. İşçilere desteğe gelen o kadar çok ki karton bardağın, sallama çayın yerini öğrenmiş olarak bir sonraki misafirlere, yarım saat evvel gelen ikramda bulunuyor. “Desteğe geldiyseniz, herkes ev sahibidir burada” diyorlar. Fabrikanın cephesi devrimci sloganlar yazılı bez afişlerle kaplı.

Maaş almadan aylar geçmiş. “Arada tek tük bir şey aldıysak da artık hangi ayın parası bilemez hale gelmiştik” diyorlar. Kıdeme göre çalışan herkesin alacağı varken, ‘önlemler’ başlıyor. Mesela 30 yıl boyunca iki binanın birleşiminden oluşan fabrika, araya basbayağı duvar örülerek ayrılıyor. Bu kâğıt üzerinde sahibin de değişmesi demek; Somuncu ailesinden başka bir akrabaya… İçerdeki alet edevatın en pahalıları o yana geçiriliyor ve hatta 11 işçi de o yana transfer ediliyor.
Sonra? Fabrikanın bir yanı satışa çıkıyor, alıcı buluyor, işçiler alacaklarıyla kalakalıyorlar kapının önünde. Bu söz ettiğim neredeyse 200 gün önce. 94 işçinin 30 kadarı hukuken tıkandıkları noktada, 27 Şubat’ta direnmeye karar veriyor ve 28 Nisan’da fabrikayı işgal ediyorlar. Ağustos-eylül itibariyle de aktif olarak çalışan 13-14 işçiyle üretime geçecekler. Bu bir ilk olacak.
Beş katlı fabrikanın içi harap halde. Eski patronun bilhassa zarar vererek gittiğini söylüyorlar. Boy boy, renk renk dokuma ipleri yığılı girişte. Ağır bir iş ve vardiyalı mesai olduğundan erkek işçilerin çalıştığı dokuma atölyesinde 17 metre uzunluğundaki, sekiz tonluk üç-beş dokuma makinesi kalmış sadece. 40-50 yıllık teknolojiymiş, şimendifer motorunu falan andırıyor. Bundan sonra ancak hurdacıya satılarak demirinden para kazanılabileceği için fabrikanın sahibi gözden çıkarıp bırakmış bunları. Makinenin orasına burasına ismini kazıyan Yakup’lar, Osman’lar kim bilir ne zaman geçti buralardan? Onun dışında misal kadınların çalıştığı üst kattaki konfeksiyon atölyesi, ütü atölyesi bomboş… Yerlerde tek tek kazak kolları, bildiğimiz markaların etiketleri ve duvarlara işçilerin yapıştırdığı posterlerle kalakalmış öyle.
Kazova işçileri kazak üretiyor diyoruz ama tamir ettirilen iki makineyle sadece dokunabiliyor. O makineler olmadığı için yakalar, birleştirmeler için, sattıkları kazaklardan kazandıklarıyla dışarı iş veriyorlar. 33 yaşındaki Aynur Aydemir sekiz yıldır çalıştığı Kazova’dan sonra mecburen bir merdivenaltı atölyeye işe girmiş. Fakat nasıl bir direniş enerjisiyse, mesai sonrası, oradan Kazova’ya geliyor. Eşlerinin baskısı yüzünden direnişteki işçilerin dördü kadın sadece. Aydemir, gazeteci olma hayali kuran, okul gazetesine Kazova işçileriyle ilgili haber yapmak isteyen dokuz yaşındaki oğlu Yusuf’la evinden çok orada…
İki yılını Kazova’da geçiren Yaşar Gülay, 12 yaşından beri çalışıyor; kâh tornada, kâh plastik işinde… “Normalde bana bıkkınlık geldi çalışmaktan. Mesaide dakika sayarsın bitsin diye. Ama şimdi bunun tadı başka, yormuyor” diyor. Bir girip, üç gün sonra çıkıyormuş fabrikadan. Ziyaretçileri bol. Öğlen arasında, mesai arasında ‘patronsuz hayat’ nasıl oluyormuş diye bakmaya gelen işçilerden söz ediyor. Bir de direnişe katılmayan birkaç Kazova işçisinin gelip onlardan borçlarını istemesini anlatıyor; “Sanki patron olduk” diyor gülerek.
Patronun odası
Fabrika işgal edilmiş diyoruz. Aslında binanın şimdiye dek
onlara laf etmeyen yeni sahibiyle görüşmüşler de. Aralık ayına kadar süre vermiş. Hatta olabilirse, binanın bir bölümünü Kazova işçileri olarak kiralama niyetindeler. Çünkü artık eski patronlarından birikmiş paralarını değil, paraları karşılığı makineleri istiyorlar. Çünkü kooperatif kurmak, bundan sonra patronsuz üretmek istiyorlar. İki yıla yakın satın alma kısmında çalışan Bülent Ünal “Derdimiz patronsuz da bir yaşamın mümkün olduğunu kanıtlamak. Alacağımız kadar kazak üretelim, satıp da gidelim değil. İdealimiz için bedel ödemeye hazırız” diyor.
Çetrefilli bir hikâye ama kâğıt üzerinde fabrika ikiye bölünüp sözde başka birine satıldığında yan tarafa transfer edilen 11 işçiden en kıdemli ikisi, ki alacakları 180 bin TL’ye yakın tutuyor, dava açmışlar. Bu da şu demek, yan taraftaki o yeni 22 makine şu an hacizli. Dokunamıyorlar, bunun paravan bir satış olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar ama aslında alacaklarına mahsuben o makineler Kazova işçilerinin. İşgal edilmiş diğer alanda haczedecek bir şey kalmamış; denenmiş de zaten.
Hedef çok. Örneğin konfeksiyon atölyesini temizleyip film gösterimleri ya da kültürel etkinlikler için kullanmak. Çocuklar için kreş düşünülüyor. Hatta kreşte çocuklara bale dersi verecek olan bile belli.
Merdiven duvarlarına sloganlar yazılmış, ofislerde takvimler şubatta kalmış, masa üstlerinde klasörler yarı açık, yerlere kapaksız tükenmezkalemler, arkasına çarpı atılmış eski kartvizitler dökülmüş. Üst katlarda daha çok hissediyorsunuz o terk manzarasını… En ilginci de, patron Ümit Somuncu’nun odasında ekstra bir oda var mı diye hep merak edişleri ve sonra gerçekten de lambri kaplı odanın arkasında bir oda daha keşfedişleri… Birkaç kuşağın fotoğrafları kalmış duvar diplerinde. Ama odanın ortasında bir yatak duruyor şu anda. Gece fabrikada kalan işçiler, eski patronlarının odasında, yere attıkları yatakta yatıyorlar.

Kazova’ya ‘podyum’ kurulacak

Fabrikanın koşullarıyla öyle seri üretime geçmek çok olanaklı değil. Kazova işçilerinin mücadelesi duyulduktan sonra büyük destek de geldi. Orada geçirdiğim birkaç saat boyunca kazak satın almaya gelenleri sayamadım bile. Daha çok erkek kazağı var ellerinde. Gelip birkaç tane satın alan var. Her birinin ederi 30 TL. Poşete ‘Bu bir Kazova direnişi ürünüdür’ yazan bir de not bırakıyorlar. Birkaç tamirat sonrası günde 400 kazağa kadar üretimi arttırmayı hedefliyorlar. Ama örneğin internetten satış yapmak, başka bir şehre toplu mal yollamak gibi istekleri yok. Gerçek bir destek için ya fabrikada ya ara ara gittikleri park forumlarında birebir satış yapmak arzusundalar. Abbasağa Forumu’nda ilk kazaklarını sattıklarının ertesi günü elektriği kesmeye gelmiş görevliler. İlginç buluyorlar, çünkü 120 bin TL’lik birikmiş borçla eski patronlarının yıllardır fatura ödemediğini, bir biçimde meseleyi çözdüğünü anlatıyorlar. Biri gece olmak üzere iki kez elektriği kesmeye polisler gelmiş. Şu anda elektrik var. Suyu da dayanışmayla, dışarıdan hallettiklerini söylüyorlar. 28 Eylül’de fabrikanın önünde bir de direniş defilesi olacak. ‘Podyuma’ Kazova kazaklarıyla destek veren ünlülerin çıkması planlanıyor. kazovaiscileri.blogspot.com

Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu