Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/roportajlar/yine-mi-goc-edecegiz/

Yine mi göç edeceğiz

Hakkari ve Şırnak il olmaktan çıkarılıyor. Burada yaşayanlar ise isyanda. “Biz göçmen değiliz, bu toprağın yerlisiyiz. Bize sorulmadan nasıl karar verilir” diye çıkışıyor Hakkarili 74 yaşındaki İbrahim Özdemir. Şaban Güzel, 1994’te Çukurca’ya bağlı köyünü boşaltıp ailesiyle Hakkari merkeze yerleşmiş. “Buradaki memurlar giderse Hakkari biter, biz bir daha mı göç edeceğiz” diye soruyor.

[Haber görseli]

“Biz göçmen değiliz, bu toprağın yerlisiyiz. Bize sorulmadan nasıl karar verilir” diye çıkışıyor 74 yaşındaki İbrahim Özdemir. Şaban Güzel, 1994’te Çukurca’ya bağlı köyünü boşaltıp ailesiyle Hakkâri merkeze yerleşmiş. “Buradaki memurlar giderse Hakkâri biter, biz bir daha mı göç edeceğiz” diye soruyor. “90 yıldır vilayet olan bir yere bu yapılan darbedir, kabul etmiyoruz” diyor 71 yaşındaki Muhammed Cida, “Bak Erdoğan böyle puan kaybeder. Bunu yaz, eğer Hakkâri ilçe olursa tepki olsun diye hepimiz gideriz. Irak’a, Suriye’ye, ekmeğimiz neredeyse oraya gideriz.”

‘Kaymakam yaşadı’

Yüksekova’nın il olması beşaltı yıldır türlü şekillerde dile getiriliyordu lakin Hakkâri’nin aynı anda ilçe yapılması kararı, kent sakinlerinde şok tesiri yaratmış. Kimle konuşsak şaşkınlığa eklenen öfke ama en çok da kırgınlık var. Hakkâri bunu onur kırıcı bir karar gibi çekmiş içine, mertebe düşürülmekten düpedüz incinmişler. Büyük bir ekonomik çöküşe kesin gözüyle bakıyorlar, çünkü burada en sık zikredilen cümle şu: Hakkâri’nin en büyük geçim kaynağı il olması. İsminin Çölemerik’e değiştirilmesi ise ayrıca aşağılayıcı geliyor çünkü bölgenin kadim ismi Hakkâri’yken, Çölemerik, Kürtçe ismini karşılamayan, üstelik daha küçük bir bölgenin adı olarak kabul ediliyor. Avukat Erol Çallı “Buranın adı Çölemerik’tir demek, Kürt ‘kart-kurt’tan geliyor kadar uydurma bir teoridir” diyor.

Lafını bir gazeteye eriştirmenin heyecanıyla etrafımızdaki çemberin büyüdüğü kahvenin tam çaprazında bir inşaat var. İhtişamına rağmen Hakkârililer için bir eziyet gibi büyüyen taş binanın kapısında “Hakkâri Valiliği Hükümet Konağı” yazıyor. Osmanlı-Selçuklu mimarisinden motifler karılan 17 bin metrekarelik alanda yedi katlı binanın inşaatı dört yıl önce başlamış, bitmek üzere. Bitecek de ne olacak? Çalışan işçilere yanaşıp “Kaç odası var bu binanın? Burası Hakkâri’nin AKsaray’ı mı” diye soruyorum, gülüşüyorlar. “Abla gelecek kaymakam yaşadı, Türkiye’de böyle kaymakamlık binası mı var” diyorlar.

Salça fabrikası

Peki neden? Yüksekova’nın il olması için Hakkâri’nin il olmaktan feragat etmesi gerekmiyor. Mesele büyüme potansiyelinin olmayışı mı, Hakkâri’den ne kadar büyümesi bekleniyor? Neden? Abdurrahman Er, yeni valilik binasının müteahhidi. Er, siyaseten yakın durduğu aşikâr olan Erdoğan’la bu yıl iftarda görüştüğünü anlatıyor. “Sayın Cumhurbaşkanı, Hakkâri gibi bir sürü il var. 7 bin yıllık kadim kente yapmayın’ diye rica ettik, ‘Yok ya, ne tarihi kenti’ diye sinirlendi. ‘Ramazanın hürmetine bir daha düşünün, dedim. ‘Bana ikide bir aynı şeyi söylemeyin’ dedi. Kararını vermiş, önceki gelişlerinde çok sinirlenmiş.”

Uzaktan pek anlaşılmıyor ama Hakkâri’de yaygın kanı, bu kararda Erdoğan’ın kente dair kişisel öfkesinin etkili olduğu. Bunu türlü şekillerde kendisi de ifade ettiği için paranoya da sayılmaz. Erdoğan’ın şimdiye dek şehre yaptığı dört ziyaretten birinde çöpler tepki olarak toplanmamış. Bir defasında AKP mitingine pek itibar edilmezken, bir hafta sonraki Kılıçdaroğlu mitinginde meydan doluymuş. En mühimi de domates. Nasıl diyeceksiniz? Bir ziyaretinde Erdoğan’a domates fırlatılmış. Mazlum-Der yöneticisi, Ticaret Odası eski başkanlarından Cemal Erip, Cumhurbaşkanının bunu unutamadığını söylüyor: “İki domatesin acısını bütün Hakkâri çekiyor. Unutamadığını kendi söyleminden de biliyoruz. Yakın zamanda külliyede yaptığı bir toplantıda, bir gence nereli olduğunu soruyor. Hakkârili olduğunu duyunca, ‘Size salça fabrikası kuracağız’ diyor birden. Domates atılmasını biz de tasvip etmiyoruz ama bir lider böyle şeylerle muhatap olabiliyor. Kimlere yumurtalar, ayakkabılar atıldı…” O yıllarda AKP’nin bir ilçe teşkilatında yönetici olan, baştaki ruhunu kaybettiği gerekçesiyle 2011’de partiden ayrılan Eyüp Zibek, Erdoğan’ın öfkesine yakından tanık, “O zamandan belliydi takacağı” diyor.

Erdoğan, bu yıl mayısta Kocaeli Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada da şehri anmıştı. Hakkâri’ye de üniversite götürdüklerini ama “oradakilerin kadir kıymet bilmediğini” söylemişti.

Erdoğan’ın hatıra ormanı

Avukat Erol Çallı “Bu kişisel kinin, merkezi yetkiyi kullanarak bir kentin kaderini nasıl değiştirebileceğini gösteriyor. Biz tek şahıs iradesiyle hareket edilmesin, Hakkâri’ye danışılsın, referandum yapılsın isterdik. Bu, teslim alınamayan iradeye tasfiye girişimidir. Yüksekova’yı, Sur’u yerle bir eden Hududi gibi darbeci generallerin planıdır” diyor. Mazlum- Der Hakkâri Şube Başkanı Cengiz Şen de bunun asimilasyon politikasının devamı olduğunu savunuyor, “Çocuklarımızın ismini Hakkâri koyacağız, inadına kültürümüzü unutturmayacağız” diye ekliyor.

Hakkâri Valisi Cüneyit Orhan Toprak’la da görüşmek istiyoruz, “Hakkâri’nin son valisi” olarak tarihe geçecek gibiyse de, müşkül bir durumda kalmış olmalı. Konunun siyasi olduğu gerekçesiyle görüş bildirmeyi uygun bulmuyor. Kent büyümeye mi elverişli değil, il statüsünün alınmasının ardında fiziki, coğrafi, toplumsal gerekçeler var mı diye sokaklarında yanıt aradığımız Hakkâri’nin derdinin “siyasi” olduğu onaylanmış oluyor böylelikle.

Kente tepeden bakan Hakkâri Üniversitesi Rektörlüğü’nün hemen yanında Recep Tayyip Erdoğan Hatıra Ormanı tabelası duruyor, ne ironidir ki ilk fidanı diken rektör Ebubekir Ceylan bizim orada olduğumuz gün az aşağıdaki adliyede, FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandığı kararını duyuyordu mahkeme başkanından. Erdoğan bazı hatıraları toptan silmiş, belli ki bazılarını da unutmamaya ant içmişti.

Bir kentin idamı

4 Ağustos’ta Hakkâri’nin en işlek caddesi çoğunluğu esnaf 3 bin kadar şehir sakiniyle doluydu; bütün kepenkler kapalıydı. Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Servet Taş, son umut olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek için gittiği Ankara’da açtı telefonumuzu. Binlerce yıllık geçmişi olan bir kentin böyle mahvedilişinin dünyada örneği olmadığını söylüyor. Buluşma iyi geçmemiş, sesi kırgın, umutsuz.

“Topoğrafik yapısının dar olduğu söyleniyor, Hakkâri İsviçre’nin birçok kentinden büyüktür. Gelişememe gibi bir sorunu yok. 70 bin nüfusumuzun yüzde 65’i genç. İlçe olmasıyla 7 bin kamu personelinin aileleriyle gidişi 30 bin insan eder. Bu durumda işsiz sayısı 30 bine çıkar, kimse kiracı bulamaz, gayrimenkul fiyatları düşer, toplu iflaslar başlar. Bir kentin idamıdır bu karar” diyor.

‘İlçe yaptığınız anda köye dönüşür burası’

Hakkâri Belediye Eşbaşkanları Dilek Hatipoğlu ve Nurullah Çiftçi, özyönetim ilanları gerekçe gösterilerek 15’er yıl hapis cezası aldığından şu an başkan vekilliğini meclis üyesi Fatma Yıldız yürütüyor. Aynı süreçte tutuklanan belediye meclis üyeleri de var, şu an aranmakta olanlar da. Hakkâri İl Belediyesi’nin ilçe belediyesine dönüşmekten daha ciddi sorunları mevcut yani. Önünde Dilek Hatipoğlu yazan ama yerinde Yıldız’ın oturduğu koltuğa kayyımın oturtulması ihtimali örneğin…

“Hakkâri ilken bile doğru düzgün yatırım yapılmıyordu, eksiği çoktu. 50 yıl altyapısız yaşamış” diyor Yıldız, “iş imkânları o kadar sınırlı ki, ilçe yaptığınız anda köye dönüşür burası”. Bu statü değişikliğiyle ilgili kendilerine bir bilgilendirme yapılmamış, çok öyle bir beklentileri de yok gibi görünüyor açıkçası.

‘Ceza algısı var’

Kritik soru “Neden?”i ona da yöneltiyoruz; sessizlik oluyor. “Zor soru. Ama Hakkâri halkı bunu kendisine verilmiş bir ceza gibi algılıyor. En yüksek oy alınan illere verilmiş ceza gibi. 15 Temmuz’dan sonra biraz daha olumlu gözle bakıyorduk, halk darbeye karşı tavrını çok net gösterdi burada. Anlayamadığımız bir tepki var Hakkâri’ye. Örneğin birçok yerde özyönetim ilanı oldu, cezada bile eşitlik yok, 15 yılla en yükseği bizim eşbaşkanlarımızdır. Kaldı ki burada hendek falan açılmadı.”

Erdoğan’a yönelik protestoların bu karardaki muhtemel etkisini soruyoruz, “Halk böyle düşünüyor” diyor. Örneğin Erdoğan’ın mitingine katılmama ama ertesi hafta Kılıçdaroğlu’nunkine gitmeye dair bir parti kararı var mıydı 2011’de? “Halkın tercihiydi, parti karar vermedi” diye açıklıyor.

DBP ve HDP kongrelerine katılımı da suç gösterilerek kendisi de yargılanan, denetimli serbestlik şartıyla serbest kalan Yıldız, büyük baskı gördüklerinden, nereye gitse Ranger’ların onu takip ettiğinden söz ediyor. Görüşme sonrası belediye binasından çıkarken karşı kaldırımda birilerinin bizim de gizlice fotoğraflarımızı çektiğini görüyoruz sonra.

– 2 –

‘Huzurunuz yoksa, il değil cennet ilan etseniz ne fayda’

Büyük kısmı yıkılmış Yüksekova’nın gündemi il olmak değil ‘huzur’ bulmak…

[Haber görseli]

Bir ilçenin bundan gayri haritalarda başka bir renkle il olarak yer alması, sakinleri için ekseriyetle sevinç vesilesidir. Örneği de çoktur, bu haber meydanlarda coşkuyla kutlanır. Yüksekova il olmayı caddelere dökülüp kutlamadı. Hem temkinle yaklaştı, hem de anlamaya çalıştı. Bu gelişmenin kiminin gündeminde bile olmasının nedeni boş vermişliği değil, daha hayati meselelerle cebelleşmesiydi.

Kadim İpek Yolu boyunca akan caddeden ileri baktığınızda havada saydam bir bulut görünüyor. Asfaltı kızdıran sıcağın dönüştüğü buhar kadar, daimi bir toz bulutu asılı sanki gökte. Askeri araçlar, Akrepler, Kirpiler, panzerler gibi, boy boy kepçeler, inşaat makineleri de olağanlaşmış gündelik trafikte.

Yorganlar taranmış

Yüksekova’da özyönetim ilanlarıyla başlayan, YPS ile devlet güçlerinin çatışmasıyla devam eden süreçte 13 Mart’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Yasak başlamadan bir gün önce çatışmaların yoğun olduğu üç beş mahalleden büyük bir göç başladı. Kimi Hakkâri’nin köylerine, kimi Van’a, üzerlerindeki kıyafetlerle, çoğu kez yanlarına üç-beş eşya dahi alamadan yollara döküldü. Operasyonun 20 Nisan’da bittiği duyuruldu, fakat yasak, uzun konvoylar halinde ilçeye dönüşün yaşanacağı 30 Mayıs’a kadar sürdü. Yüksekova’nın yarısı dümdüzdü.

Güngör Mahallesi’nde ayakta durur gibi görünen binaların havan topu deliklerinden bir koltuk başı görünüyor mesela, patlamış camlardan tül uçuşup kalmış. Sokaklarda plastik bir huni de görebiliyorsunuz, patlak bir televizyon tüpü de. Yıkım hasarı büyük görünmeyen kimi apartmanların pencerelerinden içerisinin yakıldığını işaret eden is lekeleri fışkırmış. Çok insan çatışmalar, hatta operasyon bittikten sonra dahi güvenlik güçlerinin yıkmaya, yakmaya devam ettiğini söylüyor. Camcı İkbal Süre, 23 Mayıs’a kadar dükkânındaki camların sağlam olduğundan emin; görüp haber eden olmuş. Ama yasak kalktıktan sonra gelip görüyor ki, 700 bin lira maddi hasara mal olacak şekilde içerideki tüm camlar kurşunlanmış. Evlerin içinde yorganların bile tarandığını anlatanlar var. “Huzur yoksa, il değil cennet ilan etseniz ne fayda” diyor Süre. Hemen yanındaki fırının sahibi Tahsin Ekici de dört duvar sağlam diye ocağı yakmış, dükkân hem açık hem değil gibi. Böyle birkaç bakkal da var. “İl olsak da sırtımızdaki yük aynı kalmayacak mı” diye soruyor.

‘Belki de yıkmazlar’

Aralarda kepçelerin çalıştığı sokaklarda yürüyoruz. En hazini de, Güngör, Cumhuriyet ve Orman mahallelerinde bazı apartmanların sağlam görünen alt katlarında yaşamaya çalışan aileler. Başka bir yerde hayat kurmaya gücü olmayanlar, delikleri tıkayıp, kırık camları yaptırıp, hatta yaptırmadan naylon gerip içine girmiş. Beş çocuklu Hülya Özgenç, Yüksekova’nın il olduğundan bile emin değil, bana soruyor. Kocası işsiz, iki günde bir belediyenin dağıttığı suyla yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, elektrik yok.

Sekiz kardeşiyle paylaştıkları hasarlı apartmanın önünde harç karıyordu Ömer. Bildiğiniz inşaat. Bir süre sonra yıkmaya gelmeyecekler mi, diye soruyoruz. Yıkım kararı çıkmayan ev yok gibi. “İlle mille uğraşacak halimiz yok bizim. Gidecek yerimiz yok, evimizi tamir edeceğiz, sonuna kadar da direneceğiz” diyor. Leyla Kurt, bir dolu akrabasıyla en sağlam görünen amcalarının evine dönmüş, cam taktırmışlar. “Belki böyle oturulabildiğini görünce apartmanı da yıkmazlar” diyor aslında sorar gibi.

Yüksekova’nın manzarasını en iyi Şükrü Amca’nın hali anlatıyor. Şükrü Orhan’ın akrabalarıyla yaşadığı iki katlı eve 108 bin Lira değer biçilmiş. Aynısını dikmeleri imkânsız. Şükrü Amca inşaat işçisi ve Yüksekova’nın il olmasıyla artacak inşaat işlerinden medet umuyor, evini tekrar yaptırabilmek için…

Yasak kalkmadan evvel ilçede çalışan hasar tespit komisyonu tek tek evlere bedel biçmiş. Binanın yaşı, büyüklüğü, hasar oranı vs etkenlerle biçilen fiyat çoğunlukla bir apartmanın tek katını çıkmaya yetecek kadar; isyan eden çok. Paranın nasıl alınacağı da meçhul. Yüzde 12’lik eşya bedelinin ilk taksidi yakında yatabilirmiş, tek bilinen o. Bu mahallelere imar izni verilmiyor, yerine ne yapılacağı bilinmiyor. TOKİ’yse tam olarak nereye? İl olmanın bu planları değiştireceğini düşünen yok, çünkü zaten böyle makro bir plan çerçevesinde seçilen mahallelerin yok edildiği düşünülüyor. Kaldı ki, Yüksekova’nın il olma ihtimalinin 2010’a uzanan bir mazisi var.

‘Geldik yoktunuz’

Yüksekova’nın il olması açılım döneminde ısıtıldıysa da, her şeyden önce MGK toplantılarında, Genelkurmay kaynaklı bir öneri olarak konuşuluyordu. Bu da güvenlik eksenli neden arayışını makul kılıyor. Yüksekova’da çok kişi bunu anlamlı bulmuyor çünkü Hakkâri il, Yüksekova ilçeyken, zaten Yüksekova’da daha fazla güvenlik gücü vardı. “Asker yığmak için devlet il yapmakla mı uğraşacak” diyorlar gülerek. Yeniden bir kent inşası, buradan doğacak rant, ihaleler trafiği elbette neden olabilir ama yeterli mi? Kürt hareketinin en güçlü olduğu yerlerden olan Yüksekova için başka bir niyet mi okumalı?

Öğretmen Azad Akman, isimleri geçen Hakkâri, Yüksekova, Şırnak ve Cizre için yeni bir sosyal mühendislik planlandığını düşünüyor. “Bu, Yüksekova’yı yıktım, şimdi de gönlünü alayım hareketi değil. Hatta hiç oy için yapıldığını düşünmüyorum. Kameralar dikerek, panzerler gezdirerek yapılamayan, uzun vadede Yüksekova’yı memurlaştırarak yapılmak isteniyor. Memur susmaya, razı gelmeye mecburdur. Yüksekova’yı sessizleştirmek, böyle dönüştürmek istiyorlar” diyor. Peki, bu sosyal mühendislik işler mi? Masada halen görevde öğretmenler var, isimlerini veremiyorlar. Yakınlarını kaybetmiş, bedel ödemiş kimsenin siyasi görüşünü değiştirmeyeceğine inanıyorlar. Uzun vadede bir dönüşüm ihtimalini ise kimse es geçmiyor. Gelir dağılımını zaten adil olmadığı, büyük bir yoksulluğun yanında aşırı zenginliğin de bulunduğu ilçede, bu uçurumun daha büyüyeceği de konuşulanlar arasında.

Kürdi-Der’de Kürtçe öğretmeni olan Serdar İke, huzurun önemli olduğunu, gülünç denecek tazminatlarla ve ağır psikolojik travmayla baş etmeye çalışan halkın daha büyük dertleri olduğunu söylüyor: “Bir yandan Hakkâri’yi vasıfsızlaştırarak, Yüksekova’ya çocuk gibi şeker uzatmaktır bu. Yaraların kabuğu tutmamış, ölen 100’den fazla insanın hesabı verilmemişken dalga geçmektir. Kürt hareketi sorumludur bu yıkımdan diyor devlet. Kürt hareketi denilen halktır, biziz, benim. HDP olmasa, PKK silah bıraksa, halk duracak mı? Buraya huzur müzakereyle, barışla gelir, il olmakla değil.”

Sokağa çıkma yasakları döneminde çok sayıda evin yatak odalarına kadar girilip cinsiyetçi, ayrımcı, feci yazılamalar bırakılmıştı güvenlik güçleri tarafından. Gezdiğimiz sokaklardan birinde “TC” imzasıyla “Geldik yoktunuz” yazılıp sonuna bir gülücük eklenmiş. İl yapılmanın ardında Yüksekova devletin buraya daha fazla nüfuz etme arzusunu görüyor. Duyduğumuz iki olumlu yan var. Biri resmi işler için Hakkâri’ye taşınmak zorunda kalmamak. İkincisi de doktor sayısının artacağı umudu. Yüksekova’da nöroloji bölümü yokmuş örneğin. Eski ilçe yeni ilin travması çok çünkü. Niye önce nörolojiyi anıyorlar?

[Haber görseli]

Operasyon sonrası Yüksekova’nın neredeyse tamamı yıkılmış, yakılmış mahallelerinde il olmak bir gündem maddesi değil. Buralara ne yapılacağı belirsiz, mağdurlar komisyon tarafından evlerine biçilen ve aslında gerçek bedeli karşılamayan parayı nasıl alacağını dahi bilmiyor. Fotoğraflar: YUSUF ZİYA CANSEVER

‘Vilayet olmak mertebe gibidir’

Yüksekova Ziraat Odası Başkanı Adnan Onay’la il olma gündemini konuşurken cümelelerin arasına tarım politikası da girebiliyor, Yüksekova’nın tarihi de, demir eksikliğine iyi gelen bir ot da…

Arada telefonu çalıyor, Onay’ı kutluyorlar Yüksekova il olduğu için. “2013’te GAP toplantısında il olmak için Erdoğan’a müracaatı yapan benim” diye gururla başlıyor; şu an bu havadisten dolayı çok mutlu. “Vilayet olmak mertebe gibidir” diyor. 2007’den beri ilçenin bugüne hazırlandığını, hem tarihiyle hem de potansiyeliyle Yüksekova’nın bunu hak ettiğini düşünüyor.

Bu şekilde tarım ve hayvancılıkla ilgili sorunlara dikkatin yöneleneceğini, kaynak aktarımının ve uzman eleman sayısının artacağını düşünüyor. Buzullarından, kayak merkezi yapılacak dağlarına, yaylalardan rafting yapılacak nehirlerine yeni il için bir turizm düşü var kafasında.

Bunların her birinin temel tarım, imar ve turizm politikaları kaynaklı berbat örneklerini kendisine hatırlatıyor, mesela en azından tarım alanlarının imara açılmasından çekinip çekinmediğini soruyorum. Tekrar bir çözüm süreci başlamadan rafting merkezleri çok yakın görünmüyor açıkçası. “Bunlar risktir. Elbette ki olmamalı; ben şahsen tarım arazisini korumak için elimden geleni yaparım” diyor.

[Haber görseli]

Kimi hasarlı binaların sağlamca alt katlarına yerleşmiş, kimi de Hülya Özgenç ve ailesi gibi yıkıntının içinde yaşıyor.

‘Brandaların altında yaşarken…’

Görevlerinden uzaklaştırılan belediye eşbaşkanlıklarından birinin vekilliğini sonbahardan beri belediye meclis üyesi Adile Kozay yürütüyor. Son dönemde çevresinde o kadar fazla arkadaşı görevden uzaklaştırılmış yahut tutuklanmış ki, temkinli konuşmaya gayret ediyordu. “Halkımız için cezaevine de gireriz yanlış anlamayın ama Yüksekova’nın il olması da, Hakkâri’nin ilçe olması da o kadar siyasi konular ki, bana yerelle ilgili istediğinizi sorun. Ötesini milletvekili arkadaşlarımız cevaplasın” dedi. Yüksekovalıların bir kısmı evleri yıkıldığı için ilçe dışındayken, bir kısmı brandaların altında yaşarken bu habere sevinemediğini söylüyordu; “Yüksekova il olacaksak da, bu halde olmasaydı” diye yakındı. Bu yazı baskıya girmeden kendisinin de gözaltına alındığı haberi geldi.