Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/roportajlar/beyaz-yakalilari-kaymak-tabaka-saniyorlar/

‘Beyaz yakalıları kaymak tabaka sanıyorlar’

Ofisten direniş, plazadan dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalıların bir araya geldiği politik gruplar anlatıyor.

John Berger, 19. yüzyılın alt sınıflarını, eşitsizliklerini, kapitalizmin serpilişini romana sokan Charles Dickens’ın geçen zamana rağmen “çağdaş” bir yazar olduğunu düşünüyor. Dickens’ın tarif ettiği yoksulluğun miadını doldurduğuna inanılan bu çağın, nasıl görülmemiş nicelik ve derinlikte yeni bir yoksulluk doğurduğunu anlatıyor Berger. (İstanbul’dan Gelen Telefon, John Berger-Yücel Göktürk, Metis)

19. yüzyıldan bu yana dünyanın çehresi hızla değişirken, birçok fikir insanı da kapitalizmin erken, “vahşi” günlerine doğru dönüşünün tezlerini sıralıyor. Dickens romanlarındaki gibi bir eşitsizlik ve yoksulluk… İşsizliğin yapısallaştığı, çalışma koşullarının çetinleşip güvencesizliğin kara bir bulut gibi her çalışanın ensesinde dolandığı zamanlar… “Açlık sınırına” şükrettirebilen, işsizin yanında işi olanın da yoksulluğundan bahsettiğimiz devirler… Mesela torba yasadan çıkan “kiralık işçilik”, Türkiye için de artık bir hakikat; çalışandan yana hak kayıplarıyla geçici istihdam modellerinin normalleştiği günler… Meslek hastalıklarının, iş kaynaklı cinayet gibi ölümlerin ve belki en mühimi, bu vahşi döngünün, herkesi alternatifinin olmadığına ikna ettiği zamanlar… “Herkesi” demeyelim.

Tarımın ticarileşmesi ve çözülmesi, şehirli nüfusun tüm dünyada artışı, hizmet sektörünün çeşitlenerek büyümesi son bir-iki yüzyılın ezberlettiği bazı kavramları da zımparaladı. Maddi emek ve zihinsel emek, beyaz yakalılar ve mavi yakalılar, vasıflı ve vasıfsız işçiler mağduriyette birbirine yakınlaşarak yeni sınıf manzaraları koyuyor önümüze. Üniversiteden mezun olduktan sonra yetmiş ikinci iş görüşmesinin ardından girebildiği ofis işinde, her an atılma riski ve her ay kredi kartı borcunu bitirebilme ümidi ve kemikleşmiş bir yetersizlik, yabancılaşma ve yalnızlık hissiyle yaşayan bir beyaz yakalı, işçi midir? “Tuzu kuru” mudur, sistemin ona öngördüğüne razı mıdır? Ofisten isyan, plazadan direniş, dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalılar nasıl bir araya gelir?

[Haber görseli]

Son yıllarda, özellikle de Gezi’yle yeni bir ruh kazanan beyaz yakalı örgütlenmeleri bu sorulara kafa yoruyor, “işçi olduğunun farkında olmayan apolitik güruh” klişesiyle boğuşuyor, itiraz yolları arıyorlar. En önemlisi de dayanışıyor. Ekonomik krizin soluğunu hissettirdiği, kiralık işçiliğin dayatıldığı, zorunlu bireysel emekliliğin konuşulduğu günlerde Türkiye. Bu yazı dizisinde işi olan, olmayan, serbest/freelance çalışan beyaz yakalılar ahvali ve o “hayaleti” anlatıyor.

İstanbul’da, plazaların fermuar dişlileri gibi ufku sardığı Levent’te metro istasyonu. Tarihlerden 1 Mayıs. Biri mühendis, biri çevirmen, biri bankacı belki. Ellerinde sprey boyalar. Daha önce deneme yapmadıklarından biraz da acemice, duvara yazmaya başlıyorlar: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalış…” Laf bitmemiş ama sprey boya bitivermiş. Böyle kalamaz. Önce tükenmez kalemle deniyorlar, sonra içlerinden bir kadın, çantasından rujunu çıkarıyor ve mesaj tamamlanıyor: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalışma!” Hikâye buradan başlasın. Beyaz yakalı örgütlenmeleri arasında ismi en sık duyulanlardan biri Plaza Eylem Platformu (PEP, http://plazaeylem. org/). 2008’de IBM’deki sendikalaşma çalışmaları sırasında yolları kesişmiş. İsimlerini o dönemki “plaza eylemlerinden” alıyorlar, yoksa karşımdaki beş kişi farklı sektörlerde, farklı ofis tiplerinde çalışıyor.

Çekirdekte 25 kişi yer alsa da etkinliklere, eylemlere gelen, takip eden, içlerinde yönetici düzeyinde çalışanın da olduğu üç bin kadar kişi demek PEP. Temel hedefleri galiba normalleşmenin önüne geçmek. Neyin? Servisten fazla mesaiye, performans baskısından mobbinge kanıksanmış çalışma şartlarının. Bunlar üzerine konuşmak, kimi hallerde direnişler örgütlemek, lüzumlu hallerde hukuki yolları zorlamak… http://istenatildim.org/ siteleriyse işten çıkarılma hallerinde hukuki ve psikolojik dayanışma için kurulmuş. Her toplantıları gayriihtiyari biraz buna dönse de, daha geniş katılımlı Deneyim Paylaşım Atölyeleri düzenliyorlar. Bir arada teşhis, birlikte tedavi gibi…

SORUN BİREYSEL DEĞİL

Endüstri mühendisi Selin’in 98’de başlayan çalışma hayatında bin kişinin çalıştığı kablo fabrikası da var, işin araştırma kısmına kayarak girdiği küçük araştırma şirketleri de. Alan ve ölçek değiştirmesinde beyaz yakalı olarak fabrikalarda ondan beklenen üretim optimizasyon, ergonomi gibi, patron cenahından bakarak üretimi denetleme vazifesinden yılması da etkili. PEP’in eskilerinden olan Selin, mavi yakalıların uzunca mücadele tarihi yanında beyaz yakalı direnişinin mirası olmadığını, bunun da tek tek kazanımları erittiğini düşünüyor. Kazanım dedikleri arasında, bir şirkette tutarı düşürülen yemek fişlerine itiraz etmek de var, fazla mesailerin usulünce kaydedilmesini sağlamak da.

Mavi yakalıların grevlerine, eylemlerine destek vermeye sıkışmış bir politik varlıkla yetinmek istemiyorlar. “Sahici olmak” dediği sendikayla ya da sendikasız her işyerinde somut talepler üzerinden bir araya gelebilmek. Uluslararası ilişkiler okuyup akademiyi düşünürken kendisini STK projeleri dünyasında bulan Emel, her proje arasında bunalımlı işsizlik mevsimleri de yaşıyor. Yaptığının dışarıdan “fonlar akan” bir iş alanı gibi anılmasından şikâyetçi. Bir yandan da diyelim çocuklarla ilgili bir projede hakkını aramanın zorluğundan. “Bu kadar hayırlı bir iş yaparken sen neden şikâyet ediyorsun?” der gibi. Emel, PEP’le Soma Holding binasının önünde yapılan eylemler sayesinde tanışmış. Beyaz yakalıların birlikte politik bir bilinç geliştirerek, kendini güçlendirerek, deneyim paylaşarak örgütlenmelerini kadın hareketine benzetiyor. “Kadın cinayetleri politiktir” demek nasıl bakış açısını değiştiriyorsa, bireysel sanılan sıkıntılar böyle politik bir zemine oturuyor.

YÜZDE BEŞ BİN KÂR!

Sosyolojide yüksek lisans öğrencisiyken Tekel Direnişi zamanında, onları ziyaret eden PEP’te tanışan Eylem, şu anda freelance çalışıyor, yaptığı işlerin muhteviyatı, süresi değişiyor. Kendisi için işsiz mi demeli, “geçici işler yapıyorum” mu demeli bilememiş bir süre. Eylem, kavramlar üretmenin hukuki mücadelede ve dertlerin yaygınlaşmasında önemli olduğunu düşünüyor. Muhalif görünen kurumlarda yaşanana “gönüllü emeğin sömürüsü” demek gerekli ona göre, işin büyük kısmını stajyerlerle çözen işyerlerindekine “idealizm sömürüsü”… Düşününce on yıl önce “mobbing” de bilinen bir kavram değildi; işyerindeki psikolojik şiddetin üstten yahut eşitten gelen farklı tezahürleri görünmezleşebiliyordu.

İktisat okuduktan sonra 10 yıldan fazladır mali müfettişlik yapan Derya’nın durumu daha farklı. “Beyaz yakalıları kaymak tabaka sanıyorlar” diye başlıyor. Kendisi ağır mobbing altında, yıllar içinde hak kaybederek çalışan bir beyaz yakalı olduğu gibi, şimdiye kadar 150 kadar şirkete de mali denetim için gitmiş. Bunlar çağrı merkezi, yazılım, reklam şirketleri gibi üretim için tek maliyetin beyaz yakalı işgücü olduğu şirketler. “Sıfır kredi, sıfır yatırım, tek gider maaş olmasına rağmen çalışanlara kıdem tazminatı bile ödenmiyor. Yüzde beş bin kâr eden şirketler var ve bunu sağlayan tek şey emek sömürüsü. Çalışanların üzerlerinde baskı inanılmaz” diyor. Birbirine rakip olsalar dahi kimi büyük şirketlerin hak arayanları birbiriyle paylaştığı kara listelerden bahsediyor. Birinden atılan diğerinde iş bulamasın diye patron dayanışması yani.

BEYAZ YAKALI İNTİHARLARI

Siyaset bilimi yüksek lisansı yapan Müge, bir süre özel ders verdikten sonra beş yıldır küçük ölçekli bir halkla ilişkiler ajansında çalışıyor. “İşimden bayağı nefret ediyorum” diyor. Diğer yandan iyi iş arkadaşları sayesinde “asap bozucu talepkârlıktaki” müşterilere, “herkesin mutsuz olduğu ama dünyanın en iyi şirketinde çalışıyormuşuz gibi davrandığı” işine katlanıyor. Mesaisinin bir parçası da çalıştıkları firmaların itibar yönetimi, ki bu da bazı haberlerin çıkıp bazılarının çıkmamasını gerektirecek bir medya ilişkisi sağlamak. Ya da birtakım şirketler için medyada görüş beyan edecek uzman ayarlamak. Bütün masa yapmak zorunda bırakıldıkları “pis” işleri de konuşmaktan yana. Bir bankacı, “Çok esnaf batırdım. Başta vicdan yapıyordum, sonra duyarsızlaştım” diye yakınıyormuş. Bir çağrı merkezi çalışanının itirafını aktarıyorlar: “Gündüz o kadar çok yalan söylüyorum ki artık aileme, arkadaşlarıma yalan söylerken hiçbir ahlaki kaygı duymuyorum”. Aynı zamanda gündüz “kandırdığı” müşteriyi akşam evden arayıp o sözleşmeyi nasıl iptal edeceğim yolunu fısıldayan da var ama. Selin, “Çalışma koşulları dışında işlerin kendisini de politikleştirmeliyiz” diyor. Bir yandan beyaz yakalı intiharları gibi çok da görünmeyen bir mevzu var.

Tutmaya çalıştıkları liste dediklerine göre kolay hazırlanmıyor, basbayağı dedektiflik icap ettiriyor. Çünkü genelde geriye kalanlar bu ölümlerin intihar şeklinde anılmasını istemiyor, kurumların itibar hassasiyetleri bilgi edinmelerini zorlaştırabiliyor. Mali müfettişlik yapan Derya masanın diğer ucundan sessizce giriyor lafa: “Çalışırken öyle günler geçirdim ki, anlayabiliyorum intihar edenleri, bana hiç uzak olmadı bu fikir”.

‘KAVGADA BİZ DE VARIZ’

Ankara merkezli Beyaz Yakalı İşçiler (BYİ, http://beyazyakaliisciler. org/ ), baştan bir tartışmayı bitirmek ister gibi seçmiş isimlerini. Sınıfsal bilinçle hareket ettiklerini söylüyor Adil, kendisi de bir meslek odasında çalışıyor. Çağın değişen çalışma rejimlerine karşı yeni örgütlenme biçimlerinin lüzumuna değiniyor. Toplusözleşme gibi bir hakkı sağladığı için sendikalaşmayı önemli bulsa da, hem bugünün sendikacılığını tartışmaktan hem de mevzuattan kaynaklanann engelleri unutmamaktan yana. Gezi’den sonra bir araya gelen BYİ içinden, Gezi ve beyaz yakalı ilişkisine değinen bir film de çıkmış, ismi manidar: “Kavgada Biz de Varız”. (https://www.youtube. com/watch?v=nbN2DZrHjOc ) Etkinlikleri, forumları oluyor, hem buralarda hem de daimi olarak siteden deneyim paylaşılıyor. “Pencerenizden ne görüyorsunuz?” diye sorup fotoğrafları derledikleri bölüm bile ayrı bir yazı konusu… Bunu okuyan beyaz yakalılar, sizin pencerenizden ne görünüyor?

– 2 –

Müdürsüz, patronsuz bir ofisten fazlası

Dünyada Mekan, serbest çalışan beyaz yakalıların fikri buluşma noktası.

[Haber görseli]

Çay demlenmiş, günün nöbetçisi makinede kahveyi de hazır etmişti. Tatil gününü “kiralık işçilik” konusunda bir söyleşi dinlemeye ayıranlar, ellerinde simitler, kurabiyelerle yavaş yavaş birikti. İstanbul, Taksim’de Danışman Geçidi’ndeki Dünyada Mekan’a (https://dunyadamekan. wordpress.com/) benzeyen bir yer yok galiba. Burası beyaz yakalı, freelance çalışanlar ve işsizler için bir dayanışma alanı diyelim. Yazları küçük bir ara verilse de düzen şu: Hafta içi 10-17 arasındaki “sessiz çalışma” saatlerinde dileyen gelip dev masanın etrafında günlük “mesaisini” yapıyor. Müdürsüz, patronsuz bir ofisten fazlası. 17’den sonrası ve hafta sonları da toplantı, atölye, film gösterimi gibi etkinliklere ayrılmış. Geçen yıl sonunda açılan Dünyada Mekan’ın fikrî arka planında Müştereklerimiz’in çağırıcısı ve parçası olduğu forumlar, Kaç Bize Gel, Plaza Eylem Platformu, Yayınevi Emekçileri Kolektifi gibi muhtelif grupla birliktelik var. Şu an grupların değil, bireylerin alanı burası. Çevirmen, yazılımcı, gazeteci, akademisyen…

ŞİRKETLEŞMEDEN KOOPERATİF

Dünyada Mekan, masa ya da oda kiralanabilen son moda ticari ortak ofis mecralarına benzemiyor; oralardaki gibi “müşterilere” ürün tanıtımı, şarap tadımı falan yapılmıyor, ünlü ziyaretçileri olmuyor. Meral, bu ticari ortak ofislerin daha çok kartvizit değiştirme, “networking” amaçlı kullanıldığını, fiyatların da seçilen pakete göre 1200 liraya kadar çıktığından bahsediyor. Freelance sanatçı, barış bildirisine imza attığı için yarızamanlı ders verdiği üniversiteden atılan Zeyno, “Onların networking dediği yerine, biz benzer alanlarda çalışanların iş paylaşabilecekleri, bunun rekabetçi değil dayanışmacı biçimde yapılabileceği bir üretim kooperatifi oluşturabilir miyiz diye soruyoruz” diyor. Şirketleşmeden dayanışmacı bir grafik web tasarımı üretim kooperatifi nasıl olabilir örneğin? Bunun temasları oluşurken bir tüketim kooperatifi hayata geçmiş bile. Direnen Üretici Tüketici Kolektifi (DÜRTÜK), Yedikule Bostanları ve başka direnen bostanlardan ürün alıp dağıtıyor. Bu o üreticilerle de dayanışmak demek.

PİJAMALARI ÇIKARMAK

Dünyada Mekan, kendini evlerine kapatmış serbest çalışan beyaz yakalılar için “pijamalarını çıkarma” nedeni; daimi güvencesizlik, söz verilen ücretleri zamanında alamama, 7/24 e-postalarına bağlı olma, ücretli çalışandan daha uzun saatler mesai yapma gibi dertleri ve bunun siyaseti üzerine konuşabilecekleri bir alan. “Ya yüçük ofislerde aile gibi çalışıyorsunuz, sorunlar konuşulamıyor. Ya da büyük ofislerde kimse birbirine temas etmiyor. Freelance çalışanlar evlerine ya da kafelere hapsolduklarından diğerleriyle temasları yok. Böyle bir mekân olursa yalnızlık ortadan kalkar ve belki fark etmediğimiz başka tür örgütlenme formüllerine gider diye düşündük” diyor Zeyno.

‘SEFALETTE EŞİTLENECEĞİZ’

Umut-Sen’den avukat Mürsel Ünder, kiralık işçilik ve özel istihdam bürolarına ilişkin yasanın çalışma hayatını nasıl değiştireceğini anlatıyor Dünyada Mekan’da.

Özel istihdam büroları denince önce akla bakıcı sağlayan şirketler geliyor. Lakin bu bürolar aslen telekomünikasyon ve finans sektörlerinde yıllardır gayriresmi biçimde işliyordu. Yasa, var olan durumun zeminini oturttu, hatta işveren açısından pürüzleri giderdi.

Hizmetlerin ticarileşmesinin 30 yıllık macerasından başlıyor Ünder. Bugün konuştuğumuz “kiralık işçilik”in kökeni, Türkiye’nin 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’yle kurucu üye olarak imzaladığı, 2000’lerden sonra da mevzuatını buna göre peyderpey değiştirdiği Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’nda (GATS) yatıyor.

İşçiyle işveren arasına üçüncü aktör olarak özel istihdam bürolarının girişi, Ünder’in “Beğenmediğimiz taşeron sistemini bile mumla arayacağız” dediği, çalışan açısından karanlık günler demek. Mavi, beyaz yaka ayrımı yapmayan sistemin, “güvenceli esneklik” denerek işverenin yükünü ve mesuliyetlerini azaltacağını, nihayetinde çalışanları “sefalette” eşitleyeceğini söylüyor. Kıdem tazminatı ortadan kalkacak, dört aylıktan iki kez üst üste kiralama mümkün olduğu için sekiz ay sonra herkes işsiz kalabilir. Şirketlerin insanları tam zamanlı, kadrolu kadar çalıştırıp “kiralık” gibi davranacağı manipülatif yollar açık görünüyor.

İşsizliğin bu yolla azalacağı söyleniyor, kâğıt üzerinde öyle görünebilir de. Kısmi süreli çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı gibi yeni tanımlarla başka işçinin tam çalışma süresinin işverenin isteğine göre ikiye üçe bölünmesinden kaynaklanacak bu. Yaygınlaştıkça kadrolaşmanın tamamen bitmesi riski var. Şartlar arasında “İşçi beğenilmezse kiralandığı büroya geri gönderilebilecek” var. Daha ne?

Dünyada Mekan’da bu yeni çalışma rejimine karşı birleşik bir mücadele nasıl yaratılabilir üzerine tartışılıyor sonra.

‘OKUMUŞ İŞSİZLER’ ANLATIYOR

2010’da başbakan olduğu dönemde Tayyip Erdoğan, hem de bir özel üniversitenin açılışında “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok!” diye çıkıştığında, sözleri bir azar kadar küresel bir tespiti de içeriyordu. Tüm dünyada işsizlik yapısallaşırken TÜİK’in son verileri de yükseköğretim mezunu işsizlerin ortalamanın üzerinde, yüzde 10.8 olduğunu gösteriyor. Bu rakam kadın üniversite mezunlarında yüzde 15.7’ye çıkıyor.

“Boşuna mı Okuduk?” (İletişim Yay, 2011), Türkiye’de beyaz yakalı işsizliğini merceğe alan, fikri analizin dışında çok sayıda incelikli görüşmeyle haletiruhiyesine de dokunan bir kitap. Tanıl Bora, Necmi Erdoğan ve İlknur Üstün ile kitabın yazarlarından olan Hacettepe Üni. İletişim Fak. öğretim üyesi Aksu Bora, tuzu kuru, bireyci, dayanışma eğilimi düşük bir grup algısıyla “okumuş işsizlerin” yüzeysel ve genellemeci analizlerle geçiştirilmesinden yakınıyor. Bora, sadece cinsiyet, yaş, meslek gibi özelliklerle değil, sınıfsal konum bakımından farklılaşan “Beyaz yakalı”nın yekpare bir grubu işaret etmediğini de hatırlatıyor ama.

İroniktir, bu kitap deneyimi beyaz yakalıların kendilerini de bu genellemelerle tarif ettiğini göstermiş ona hüzünle. İşsizlikleri de dahil olmak üzere, hayatlarındaki her şeyden kendilerini sorumlu tutmaları ve öfkelerini kendilerine yöneltmeleri… “İşsizliğinin kendi yetersizliğinden kaynaklandığını söyleyenler de oldu, bunu ima edenler de, görüşme boyunca işsizlik durumuyla arasına mesafe koyacak biçimde kendisinden ‘o’ diye söz edenler de” diyor, “İşin geçim sağlama aracından ibaret olmadığı, insanın dünyadaki yerini belirlediği bir bağlamda, işsizlik de yalnızca yoksullaşma anlamına gelmiyor. ‘Çalışmakla var olacağım gibi’ diyen kadının işaret ettiği, işin bu insanlar için nasıl hayatın odağında durduğu. Böylece işsizlikle birlikte gelen yetersizlik, anlamsızlık, gereksizlik gibi duygu durumlarıyla da başa çıkmak gerekiyor.”

Bora’nın yüzeysel bulduğu bir çıkarım da beyaz yakalıların “fıtraten” örgütlenmeye uygun olmadıkları… Ama bu yaygın algının somut örneklerle yanlışlanlandığını da hatırlatıyor. “Beyaz yakalı bir çalışan olarak da beni en heyecanlandıran girişimler, kendi yaptığım işin politikasını üretmenin yollarını arayanlar. Bu bakımdan, üyesi olduğum sendikanın memleket siyasetine dair yaptığı açıklamalardan çok, çalışma alanımızın düzenlenmesiyle ilgili itirazların geliştirildiği, dayanışmanın örgütlendiği platformlara yakın hissediyorum kendimi. Doğrudan politik sonuçlara yol açmayabilirler. Bundan daha önemlisi, dahil olan herkesi çeşitli biçimlerde dönüştürmeleri, ilişki ağlarının kurulmasına yol açmaları. Bu ağların nelerin kozası olacağını kim bilebilir ki? Dünyayı değiştirmenin tek bir yolu yoktur ne de olsa” diyor.

[Haber görseli]

Birçok beyaz yakalı örgütlenmesi Gezi’den sonra ivme kazandı. Biçda ise Gezi’den üç yıl önce Gezi Parkı’nda kuruldu. Onları buluşturan IBM direnişiydi.

KİMLERDENSİNİZ? İŞÇİYİZ

Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı (Biçda, http://bilisimcalisanlari.org), tarihin cilvesiyle 2010’da, Gezi’den önce Gezi Parkı’nda kuruldu. Onları buluşturan IBM direnişi, 12 Eylül’ün ardından en büyük işçi hareketlerinden olan 1986 Netaş Grevi sonrasında en mühim yükselişlerden. Eskiden sadece elektrik, elektronik mühendisleriydi ama bugün bilişim dünyası sistemci, yazılımcı, ağcı, kablocu, işletmen, tekniker olarak çok çeşitli bir grup.

Ortak nokta ise dertleri. Son yıllarda artarak, bilinen en büyük şirketler dahil çoğu, birçok yazılım işini, havalı adıyla outsource, hakikatte taşeron biçimde hallediyor. Bu da çalışan haklarını kemirmek demek. Kiralık işçilik, sanayi üretimini olduğu kadar, bilişim işçilerini de etkileyecek. Diğer yandan meslek odaları sadece mühendisleri kapsıyor, farklı sektörlerde çalıştıklarından tek sendikada toplanma şansları yok. Biçda’lı bilişimciler hak arama yollarına dair dayanışıyor ama mühim bir faaliyetleri var, zaman zaman ücretsiz üç aylık teknik eğitimler veriyorlar. Benzeri eğitimler normalde 3 bin dolar civarındayken, bilgilerini karşılıksız paylaşmalarının tek gerekçesi var: Politik motivasyon. Zamanla aslında siyasi görüşleri de çok farklı olan katılımcılar salonlara sığamaz hale gelmiş. Bu vesileyle tanışıp Biçda’yla yola devam eden de çıkmış.

İkinci ana etkinlikleri özgür yazılım. Ortak üretimleri henüz yok ama kamusal faydası bulunan tek tek kişisel yazılımlarını Biçda üzerinden yaymak isteyen mevcut. Diğer faaliyet alanı da mavi yakalı işçi hareketlerinin blog, site, video, grafik işlerini üstlenmek. Tekstil, inşaat işçileriyle böyle dayanışmaları var, Şişe- Cam işçileriyle çalıştılar, Abdullah Cömert davasıyla ilgili kampanyaya destek verdiler.

BİLİŞİMCİ PAZARLAMIYORUZ

18 yıllık elektronik mühendisi, şu anda enerji sektöründe bir şirkette yazılım yapan Biçda’dan Fatma Işık, “İnsanlar dayanışmayı o kadar unutmuş ki, eğitimlerimizi gördükten sonra bilişimci pazarlıyoruz falan zanneden çıkıyor” diye yakınıyor. Mavi yakalı işbirliğine dair de “Ekmek paramızı buradan kazandığımızı anladıklarından mavi yakalı işçilerle sorunumuz yok. ‘Kimlerdensiniz’ diye soran bazı sol siyasetçilere dert anlatamıyoruz bazen. İşçiyiz işte” diyor.

– 3 –

‘Pers ordusuna karşı 30 Spartalıyız’

Kaç Bize Gel, beyaz yakalılara “Sendika sensin, süpermen seni kurtarmayacak” diyor. Her şeyin birlikte çay içerek başladığına inanıyorlar…

[Haber görseli]

“Ofis ve plaza işçileri çok mutsuz. Sebebi de görüp adını koyamadıkları sınıf çelişkisi” diyor Hikmet. Dört yıl önce bir araya gelen Kaç Bize Gel (www. kacbizegel.com/), çekirdekte on kişinin işlere koşturduğu yüz kişiye yayılan bir dayanışma ağı. Beyaz yakalılara yaptıkları çağrı öncelikli olarak sendikalaşmaya yönelik; sonra da yaratıcı zekâyı, eğlenceyi de içeren bir dayanışmaya.

“Önümüzdeki her tür pratik engelin farkındayız ama mücadele böyle bir şey. Yoksa diğer seçenek antidepresanlarla geçecek bir hayat. İnsanlar mücadele deyince bunun çok zor olduğunu zannediyor. Biz ‘Her şey bir çayla başlar’ diyoruz. Çay içen, beş dakika konuşan insanların çok şey değiştirebileceğine inanıyoruz”.

Nasıl sendika sorusu da önemli. Aslen mavi yakalı işçileri örgütlemek üzere kurgulanmış, birikimleri, yöntemleri buna göre olan sendikaları eleştirmekle birlikte aynı esnada boş durmamaktan yanalar.

Bir şirkette herkesi hasta eden bir klimanın değişmesi için yapılan imza kampanyasını, sonra alkış eylemini anlatıyorlar; klima değişmiş. “Sendika sensin diyoruz. Süpermen gelip seni kurtarmayacak. Sıkıntın varsa hayatına dair bir şey yapacak olan sensin”. Bu aslında yaklaşımlarının temelini oluşturuyor.

Neoliberalizm iş bulamamayı yahut kendini geliştirmeyerek, tam odaklanamayarak işini koruyamamayı, çalışanın başarısızlığı sayıyor. Bunu hissettiriyor. Onlar örgütlenememenin bir beyaz yakalı başarısızlığı olarak algılanmasına karşı çıkıyorlar.

‘Süpermen gelmeyecek’

Lojistik alanındaki işinden çıkarılan İbrahim, “Maslak plazalarındakiler kadar mütedeyyin bir aileden gelen Esenler’deki muhasebeciye” de ulaşabilmek için jargona özen gösterdiklerini, ne seçkinci ne de sol kalıplara sıkışmış bir dil aradıklarını söylüyor. Metin yazarı Şirin, kendi alanının trüklerini sosyal medya kampanyalarından çizgi romanlı broşürlerine aktarmaya çalıştıklarından bahsediyor. “Reklamcılık gibi kreatif alanlarda örgütlenme sıkıntılı. Onlar kendilerini zeki, entelektüel görerek bu söylemleri çok eski buluyorlar. Üstenci tavırları yüzünden onlara ulaşmak birçok beyaz yakalıya ulaşmaktan daha zor. Gezi’yle biraz kırılsa da böyle” diyor.

Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı’yla bu “işlere” giren avukat Hikmet’in de camiasına eleştirileri var: “Bir avukatın hiçbir sosyal hakkı yoktur, kıdem tazminatı alamaz, fazla mesai hak getire, SSK primleri ödenmez, ağır sömürü ve ciddi mobbing altında çalışır. Her şey patron avukatın iki dudağı arasındadır. Ama avukatlar arasında sınıf bilinci çok yoktur”.

‘Çay içmekle başlıyor’

Umut barındıran heyecanlı cümleler kuruyor üçü de. İbrahim, “Sistemin milyonluk Pers ordusuna karşı 30 Spartalıyız biz” diyor. Şirin, geçen yıl gündelik bir sorunla başlayan huzursuzluğun ardından İstanbul Kalkınma Ajansı’nda nasıl birden herkesin sendikalı olup greve çıkıldığını anlatıyor. Beyaz yakalı mücadelesinde önemli bir grev bu.

İbrahim için en ilham vericisiyse 2000 yılındaki Boeing işçilerinin grevi: “SPEEA diye sendikaları vardı ama aslında toplanıp briç falan oynuyorlardı. Teknisyenlerle toplusözleşme yapılıp mühendislerle yapılmayınca birden herkes beyaz iş önlüklerini çıkarıverdi, kimse ne olduğunu anlamadı. Gerçekten birlikte çay içmekle başlıyor inanın. Bir bakarsınız herkes kravatını çıkarmış, plazanın önünde…”

Birleşik beyaz yakalı mücadelesi

‘Siz 29 Mayıs’ günü Gezi’nin geleceğini tahmin edebilir miydiniz? Kapitalizmin krizi sürdükçe emek eksenli bir Gezi her an gerçekleşebilir’ diye araya giriyor Hikmet. Ona göre mühim olan böyle bir anda ne yapılacağı: ‘Sorun biz buna hazır mıyız? Birleşik Beyaz Yakalı mücadelesini inşa edebilir miyiz?. Üç-dört sendika ve var olan bağımsız örgütlenmelerin sesi cılız kalıyor. Bir program ve metotla bir araya gelmemiz gerekiyor. Sistemin saldırıları karşısında dayanma şansı yok. Yoksa biz de dağılırız.’

[Haber görseli]

35 yaşındaki Fatma Tulum da, 2003’te böyle bir yerde, bir bankanın çağrı merkezinde çalışmıştı. Şu anda ise DİSK’e bağlı Dev İletişim-İş Sendikası’nın başkanı olarak aynı masadayız. Tulum, ekonometri okumuş, yeni mezun çok kişinin yolu geçtiği gibi, birkaç arkadaşından feyz alarak çağrı merkezine girdi. Tahmin ettiğinden de yorucu ve stresli buldu işi, bir sene dayanabildi.

Çağrı merkezlerinin inatçı direnişi

Kocaman bir salon, yan yana kabinler, günde kaç kez kalkıldığı hesaba tabi koltuklardan bir kulaklık kablosu kadar uzanabilen insanlar… İçerideki uğultu dev bir canlıdan mı geliyor, cansız bir makineden mi belli değil. Işıklı ekranlarda kimin ne kadar satış yaptığı yazıyor belki. Yüreklendirici olduğu varsayılan özlü sözler: Bugün şirketin için ne yaptın? Kabinlerde aynalar var belki, konuşurken kendini gör, sinirlerine hâkim ol, karşıdaki “Robot musun?” desin, sen yine gülerek konuş. Kadınsan taciz riski var, aksanın bozuksa, yani anadilin Türkçe değilse, sorun demek, aklında olsun. 12 saat çalışabilirsin, işitme, görme kaybı, omurga sorunları, stres kaynaklı bilimum hastalık belki yolda. Aynada kendini gör, kendini unutma.

35 yaşındaki Fatma Tulum da, 2003’te böyle bir yerde, bir bankanın çağrı merkezinde çalışmıştı. Şu anda ise DİSK’e bağlı Dev İletişim-İş Sendikası’nın başkanı olarak aynı masadayız. Tulum, ekonometri okumuştu, yeni mezun çok kişinin yolu geçtiği gibi, birkaç arkadaşından feyz alarak çağrı merkezine girdi. Tahmin ettiğinden de yorucu ve stresli buldu işi, bir sene dayanabildi. Çağrı merkezlerinde iki yıldan fazla çalışan bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?

Dev İletişim-İş, tüm iletişim sektörünü kapsamakla birlikte, daha çok çağrı merkezi çalışanlarının sendikası olarak anılıyor. Bu da boşuna değil, bir web sitesinden derneğe oradan sendikaya uzanan yolculuk, hakikaten de çağrı merkezi çalışanlarının emeği. Bugün tüm iletişim sektöründe çalışanların sayısı 75-80 bin; çağrı merkezlerinin ise 50 bin kadar kişiyi istihdam ettiği düşünülüyor.

Ankesörlü telefondan çağrı

“Fabrikaya benziyor ama değil, ofis gibi ama tam o da değil. Beyaz yakalı ama onu da tartışıyoruz” diyor Tulum. Her şey www.gercegecagri.org sitesiyle başladı. Kamuoyu çağrı merkezleri çalışanların üzerindeki ağır baskıyı duymaya başladı. Çalışanlara ulaşmak için ankesörlü telefonlardan çağrı merkezlerini arıyorlardı. Karşı taraftaki çalışan görüşme kayıt edildiği için zorlansa da en azından haberdar oluyordu. “Gerçeğe çağrı” hızla yayıldı. Çağrı Merkezleri Fuarı’nda yapılan ödül töreni öncesi kapıda eylem yaparak ilk kez fiziken de kendilerini gösterdiler. İşveren tarafından ciddiye alınacak bir işçi örgütü olabilmek için dernekleşmek önemliydi, bunu yaptılar. Hatta özenip işveren de kendi derneğini kurdu o ara. Daha sonra da sendika… 2013’ün 1 Mayıs’ına kendi pankartlarıyla katıldılar.

700-800 kişi üyeyle toplusözleşme hakkına sahipler ama şu an yüz kişi kadarlar. Bunun en önemli sebebi işverenin sendikalaşmaya engel çıkarmak için çağrı merkezlerini “ofis” olarak göstermesi. İkinci dezavantaj da aslında bir kazanımdan kaynaklanıyor. Hazırladıkları rapor bakanlıktan geçtikten sonra denetimler yapıldı ve çağrı merkezlerindeki “risksiz” olarak geçen çalışma koşulları “az riskli”ye çevrildi. Bu iyiydi. Lakin işveren “az riskli” olmasından doğacak ek sigorta priminden kurtulmak için yine kendisini çağrı merkezi göstermemenin yasal yollarını buldu.

Kiralık işçilik meselesi

Sendikalaşmanın önündeki bir engel de, çalışanların bu işi “geçici” olarak algılaması. Yeni mezunların CV’sine ilk ekledikleri bir geçiş işi… Tulum, Anadolu kentlerindeki çağrı merkezlerinde bu algının değiştiğini, işsizlik ihtimali karşısında çağrı merkezlerinin üniversiteliler açısından saygın ve görece güvenilir bir iş olarak düşünübildiğini söylüyor. Kesin olansa taşeronlaşmanın kemikleşmesiyle koşulların zamanla daha da ağırlaşması. Doğrudan meseleleri olduğundan kiralık işçilik, onları bu sıra en meşgul eden başlıklardan.

Dev İletişim-İş, bugün hem sendika, hem de üyesi olmayan çalışanlar için dernek gibi faaliyet gösteriyor. Direniş hikâyesiyle ilham verici, beyaz yakalıların örgütlenme modelleri üzerine kafa yorarken düşündürücü.