Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/oguz-atayin-evi-de-tutunamadi/

Oğuz Atay’ın evi de tutunamadı

Tutunamayanlar’ın yazıldığı apartman yıkılıyor. İstanbul işte böyle tarihsizleşiyor. Oğuz Atay nasıl bakardı bu işe?


Aslında bunun edebiyatla hiç ilgisi yok. Ama vesilesini bulduğunuzda sevdiğiniz bir yazarın kişisel eşyalarını görmenin edebi bir yanı vardır. Çünkü tanıdığınız, en azından tanıdığınızı sandığınız insana dair hikâyeler kurmanızı sağlar. Kabı nasıl defterler tercih ettiği, hangi tür kalemle, nasıl bir daktiloyla yazdığı, ‘giriş’i içinizde duran bir öyküye şahsi ‘gelişme’ler eklemenizi sağlar. Hakikatle ilgisi var mıdır bunun? Edebiyat kadar işte…
Bizim memleketimizde sayısı fazla değildir, pasaportumuzla gittiğimiz ülkelerde görürüz daha çok. Yıllar, hatta yüzyıllar öncesinde yaşamış yazarların, şairlerin, sanatçıların müzeleştirilmiş evlerini gezersiniz. O esnada kesilmiş biletlerle, kimi girilmez ve dokunulmaz işaretleriyle ve belki bir turistik/didaktik faaliyeti daha ellerindeki listeden silenlerin mekândaki varlığıyla içiniz bir nebze bulansa da, o şahsa alakanız derecesinde saf bir edebi yolculuk yine de sizi bekler. Her tür müzede aynalar beni fena eder; çok karıştırır kafamı.
Bir de evin içi kadar dışı vardır. Pencereden bakınca görünen… Değişim ivmesi düşük şehirlerde, işte o yazarla, o sanatçıyla aynı köşe başına, günün aynı saatlerinde aynı ağacın gölgesine bakma ihtimali vardır. Bu düşük ihtimaldir zaten iyi gelen insana.

Bir adres vereyim: Beyoğlu’nda, bir kez daha ‘Fransızlaştırılmış’ Cezayir Sokağı’nın üst başında, kıvrılsanız sizi Tophane’ye bırakacak Hayriye Caddesi. Numara 9, kat 2. Burası Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ı yazdığı yer. 1968’de büyük aşkı Sevin Seydi’yle paylaştığı daire.
Yıldız Ecevit, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Ben Buradayım…’ (Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası) kitabında, ‘Tutunamayanlar’ın Türkiye edebiyatı tarihinde nerelere tutunduğunun tahliline bu apartman dairesinden başlar. Hatta kitapta bu apartmanın bir de fotoğrafı vardır. Tıpkı Atay’ın, ilişkilerinin sona ermesi ve Seydi’nin Londra’ya gidişiyle geçtiği, yine Beyoğlu’ndaki diğer ev gibi… Yeniçarşı Caddesi’nde 52 numaralı apartmanın dördüncü katı, Atay’ın bu ayrılığın travmasını unutmak için kendini tamamen eski model daktilosuna verdiği ve ‘Tehlikeli Oyunlar’ı yazdığı yerdir. ‘Hayatımın en kötü dönemi’ diye kendisi söyler.

“Bat dünya bat”

Şimdi neden durup dururken bu Oğuz Atay’ın evleri bahsini açtım? Fotoğrafta gördüğünüz, ‘Tutunamayanlar’ın yazıldığı o binadan bir süredir balyoz sesleri geliyor. İçerisi tamamen boş, muhtemelen tamamen yıkılacak. Yerine en azından üç beş kat fazlasıyla, daire ederlerinin üç beş kez katlandığı havalı bir bina yükselecek.
İçini hiç görmüşlüğüm yok. Turgut Özben’in, Selim Işık’ın peşinde koştururken Oğuz Atay’ın yazı masasını koyduğu o oda ve arada o pencerenin önünde sokağa bakarak yaktığı sigaralar, hususi bir romantizm yaratıyor; her gün onlarcası yıkılan eski apartmanlardan daha fazla dokunuyor insana. Ama o kadar da değil.
İstanbul, lüks ve hijyenik yığınlarla siteleşerek, insansız düşünülmüş, çirkin ve tektip bloklarla TOKİ’leşerek büyürken, bildiğimiz şehir merkezi ise 60’lı, 70’li yılların sapasağlam apartmanlarının sadece iki kat fazla yükselebilmek için dümdüz edilmesiyle birlikte tarihsizleşiyor. Şehrin dört bir yanında kimi apartmanlarda akşamları bir dairede toplanan ‘kat malikleri’, müteahhite versek mi oylamaları yapıyor. Bir verip iki alınmıyorsa bile, bu vesileyle salon biraz daha genişleyebilir, mutfak yenilenebilir, ebeveyn banyosu bile eklenebilir.
Kim kimi suçlayabilir? Siz soktunuz insanların içine zehri.
Bat dünya bat.



Oğuz Atay için ne yapmalı?

(29.05.2011)

Tutunamayanlar’ın yazıldığı binadan bir süredir balyoz sesleri geliyordu. Oğuz Atay severler haberle huzursuzlanıp ayaklanmışken bina sahibi ortaya çıktı. Tolga Sobacı, bilmeden yaptığı ‘edebi’ yatırımı anlatırken ikinci katın akıbetini ‘sevgili okuyucuya’ soruyor.

“Köyde oturduğum sırada bir gün ‘ilginizi umarak’ diye imzalanmış bir kitap gelmişti bana: ‘Tutunamayanlar’. Çok beğendiğim halde bunu Oğuz Atay’a bildirmek gereği duymamıştım. Böylesine güzel bir roman yazan birinin başkalarını da yazacağını, benim yargıma gereksinmeyeceğimi düşünmüştüm. Yıllar sonra bir tanıdığına benim için ‘Romanımla ilgilenmedi’ demiş. Bunu duyduğuma üzüldüm. Ölmemiş olsaydı ne yapar eder, onu bulur konuşurdum.”
Yusuf Atılgan 1984’te Nokta dergisine Oğuz Atay için bunları söylemişti. Ben de ‘Oğuz Atay’a Armağan’ kitabından (İletişim Yay.) okuyorum.
Böyle bir talihsizliği vardı Oğuz Atay’ın. Yazdıklarına dair çevresinin yargısına, takdirine hâlâ ihtiyaç duyarken, 43 yaşında çok erken öldü. Gönlünden geçen kadar insana ulaşamamış, hayal ettiği kadar patırtı yaratmamıştı yazdığı. Zamanında suları, safraları benzer Yusuf Atılgan’ın hakkındaki fikrini kulaklarıyla duyamadığı ‘Tutunamayanlar’ çok sonradan tutundu; Oğuz Atay sonradan tutuldu. Üzerine onlarca tez yazıldı, ‘tutunamamak’ Turgut Özben’i, Selim Işık’ı aşar gibi bir halin adı oldu.

‘Küçük hesaplar’ peşinde

Çarşamba günü ‘Oğuz Atay’ın evi de tutunamadı’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Beyoğlu, Hayriye Caddesi’nin 9 numarasına denk düşen binadan, Oğuz Atay’ın 1968’de Sevin Seydi’yle birlikte oturduğu ve ‘Tutunamayanlar’ın doğduğu o apartmandan balyoz sesleri yükseliyordu çünkü.
Birkaç nedenden iç burkucuydu bu sesler. Öncelikle sevdiğimiz yazarlarla kurduğumuz edebi ilişkinin romantizmiyle, Atay’ın daktilosundan kalkıp da önünde sigara yaktığı o ikinci kat penceresi bir başka görünmüştü gözüme. İçimdeki Olric ‘Dursa ne olacaktı ki, mum mu dikecektin’ diye bu nevi hassaslıklarla dalga geçse de, oraya gıpgıcır bir bina dikilmesi ihtimali içimi bulandırmıştı.
Bunun ötesinde, inşaat mühendisi bir yazarın mahsulleri üzerinden bir şehirleşme modelinin altını çizmek istiyordum. İlla geçen yüzyıl başından tescilli tarihi eser olması gerekmiyor; son yıllarda bilhassa revaçta mahallelerde 60’larda, 70’lerde yapılmış bir sürü sapasağlam bina yıkılıyor. Neden? Kat sahipleri ortaklaşa karar verip diyorlar ki, dairemiz büyür, üzerine bir ebeveyn banyomuz olur, bir de ankastre mutfak taktırırız. Verelim bir müteahhite, çıkabildiği iki katı da kendi alsın… İş hesap kitapsa, öyle bir daire verip iki tane almak bile yok yani yekûnde. ‘Tutunamayanlar’ zaten bu ‘küçük hesapların’, bu yetinmez küçük burjuva muhayyilesinin romanı değil midir?

Bu yazıya dair sosyal ve de bireysel iletişim metodlarıyla o kadar çok fikir beyan eden oldu ki inanamadım. Orhan Pamuk iki tür Oğuz Atay okurundan söz eder. 1. ‘Ah canım Selim!’ duyarlığına ilgi duyan kültür ve melodram düşkünü okur. 2. ‘Bat dünya bat’ sinizmini seven alaycı okur. Bir de buna ‘İstanbul nereye gidiyor?’ kitlesini ekleyin. Hüzünden esef duymaya, imza toplamaktan apartman önüne kendilerini zincirlemeye varan çeşitlilikte tepki geldi. Bilmem Oğuz Atay nasıl bakardı bu işe?
Gelen mail’lerden biri ise biraz farklıydı. Şöyle başlıyordu: “Merhaba Pınar Hanım. İsmim Tolga Sobacı. Oğuz Atay’ın yaşamış olduğu binanın sahibiyim.”
Sobacı, fikren yazılanlara katılsa da bir düzeltme yapmak istiyordu. Bu muhtemelen birçok insanı da sevindirecek, yaklaşık bir buçuk ay önce başlayan inşaatta bir yıkım söz konusu olmadığını, sadece restorasyon yaptıklarından bahsediyordu:

“Çatı tamamen işlevini yitirmiş, en üst katın tavanı çökmeye başlamış ve merdivenlerde de bina statiğini riske sokan çatlaklar oluşmuştu. Bina mevcut durumu muhafaza edilecek şekilde restore ediliyor ve yazınızda endişe ettiğiniz gibi binanın yıkılması veya iki kat eklenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Tadilat belediyeden gerekli izinler alınarak yapılıyor. Binanın statik olarak güçlendirilebilmesi için belli noktalara güçlendirme yapılması gerekiyor. Bu esnada maalesef biraz balyoz sesi eşlik ediyor bu duruma. Yani Oğuz Atay’ın evinin tutunabilmesi için yapılıyor aslında şu anda yapılanlar.”

Üstelik restorasyon sonrası ikinci katı sıradan bir konut olarak değerlendirmek istemiyor ve soruyordu: Oğuz Atay için ne yapılabilir? Ertesi sabah buluştuk. Bir iş toplantısından koşturarak gelmiş, 1973 doğumlu bir genç profesyonel… Ankara’da Mülkiye’yi bitirdikten sonra sekiz yıl ABD’de yaşamış, akademik kariyer yapmış. Dönünce de birtakım çokuluslu büyük şirketlerde iş hayatı başlamış. Bundan iki-üç sene önce kardeşiyle birlikte yatırım amacıyla bu binayı satın aldıklarını anlatıyor. İmzaları attıklarında Oğuz Atay’ın bir dönem burada ikamet ettiğini bilmiyormuş. Hemen bitişikteki Apel Galeri’nin sahibi Nuran Terzioğlu anlatmış ikinci katın hikâyesini. Duyunca çok mutlu olduğunu itiraf ediyor.

Tutunamayanlar Apartmanı

Sobacı’nın bir okur olarak Oğuz Atay’la ilişkisi ‘Tutunamayanlar’ üzerinden sadece. ABD’de yaşadığı dönemde, yaz tatili için geldiği sırada, 1996’da okumaya başlamış. Dünyasının karanlığı biraz ürkütmüş onu. Sayfalarca noktasız malum cümle kalmış aklında. Dışarıdan heybetli görünse de bu apartmanın daireleri 50 metrekareden bile küçük. ‘Tutunamayanlar’a yakışacak bir büyüklük olarak tarif ediyor.
Bir süredir kullanılmadığı için içerisi harap halde olan apartmanda, esnaftan alınan malumata göre bir süre tinerciler yaşamış. Bir de kulağına gelen şehir efsanesine göre binada 30 küsur yıl yaşayan bir adamdan söz ediliyor; ‘eski kulağı kesiklerden’… Beyoğlu’ndaki her kavgaya koşar, yaralanana bir de pansuman yaparmış. Tuhaf bir karakter…
Restorasyondan sonra diğer katları konut olarak kiralamayı düşünürken, bu ikinci katı sıradan bir daire gibi kullanmak istemediğini söylüyor Sobacı. Bir ara apartmanın adını ‘Tutunamayanlar’ koyma fikri gelmiş aklına, ama yaşayanlar için fazla depresif olabileceği ihtimalini de ekliyor. Depresyondan ne anladığınıza bağlı tabii.

Viyana’da turist olarak gezdiği Mozart’ın evi misali müzelerin, içlerindeki her tür yeniden üretilmişliğe karşın o şahsa dair fikir ve his verme yeteneğine sahip olduğu kanaatinde. Fakat sorular da mebzul miktarda. Gerekli olan bir Oğuz Atay müzesi mi? Yahut klasik müze tariflerinin ötesinde Oğuz Atay’a mahsus bir alan nasıl yaratılabilir? Hazır hemen iki sokak aşağıda kapılarını ziyaretçilere açmayı bekleyen Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ varken, şehrin tamamını kapsayan bir yazarlar evi rotası çizilebilir mi? Başka hangi yazarların, şairlerin evleri ayakta? Apartmanın ikinci katı ziyaretçi akışı için çok müsait olmazsa girişteki dükkân kısmı bir kültürel girişim olarak değerlendirilebilir mi? Ya da sadece o daire, belli süreler için kalmak isteyenlere düzenlenebilir mi? “Ben yazar olsam kesin orada bir gece geçirmek isterdim” diyor mesela Sobacı.
Arka arkaya çok fazla soru oldu. İnşaat planlandığı gibi giderse 60’lardan kalma bu apartman ekim ayında restore edilerek cilalanmış hale gelecek. 2012 yılının Atay’ın 35. ölüm yıldönümü olduğu düşünülürse, tüm bu sorulara cevap vermek için vakit var gibi görünüyor. Peki kim verecek bu cevapları? Öncelikle ailesi, kızı. Sonra dostları, sonra da onu yaştan azade ahbabı bilenler, sevenler.
‘Tutunamayanlar’ içinde ‘Ne yapmalı?’ diye bir bölüm vardır. Ben işte kendimi o son kategoriden hissetmekle, karşımda ‘Ne yapmalı?’ diye düşünen birinin meramını aktardım. Gelen fikirler arasındaki trafiği sağlama vazifesi şimdilik bizde olsun.

Neşriyat bilgisi

Oğuz Atay’ın bütün eserlerini İletişim Yayınları basıyor. ‘Bir Bilim Adamının Romanı’, ‘Eylembilim’, ‘Günlük’, ‘Korkuyu Beklerken’, ‘Oyunlarla Yaşayanlar’, ‘Tehlikeli Oyunlar’ ve ‘Tutunamayanlar’ dışında Atay’a dair derlemeler de mevcut. ‘Oğuz Atay’a Armağan-Türk Edebiyatının ‘Oyun/Bozan’ı’ (Haz. Handan İnci), ‘Oğuz Atay İçin – Bir Sempozyum’ (Haz. Handan İnci-Elif Türker), ‘Ben Buradayım -Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ (Yıldız Ecevit). 1989 basımı ‘Oğuz Atay’ın Dünyası’ (Tatjana Seyppel) sahaflarda bulunabilir. Yanda ortadaki, o dönemki sevgilisi ressam Sevin Seydi’nin yaptığı ilk kapak.
Bu arada Notos dergisinin Haziran-Temmuz sayısında bir Oğuz Atay dosyası mevcut. ılgililere duyurulur.