Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/nazi-avcisi-bellek-militani-adalet-aktivisti/

Nazi avcısı, bellek militanı, adalet aktivisti

Dava nasıl bir mücadele biçimi olabilir? İnsanlığa karşı suçlarla toplumlar nasıl yüzleşir? Tarihçi, avukat Serge Klarsfeld İstanbul’daydı, anlattı.

Adalet kendi başına gelir mi? İnsanlığa karşı işlenmiş suçların cezasızlığına nasıl müdahale edilebilir? Sıradan biri tarihin gidişatını değiştirmeye ne kadar muktedirdir?

Bu uzunca mücadele öyküsünü politik-aksiyon türünde popüler bir senaryoya benzetmeye çalışanlar daha ziyade ‘Nazi avcısı’ diyor ona. Avlamak, biraz sığ bir fiil seçimi. 79 yaşındaki tarihçi, avukat Serge Klarsfeld ve hayatının en az üçte ikisini birlikte, aynı ‘dava’ için geçirdiği eşi Beate Klarsfeld kendilerine ‘bellek militanı’ demeyi tercih ediyor. Serge Klarsfeld, geçen hafta Paris 8 Üniversitesi,
Shoah Memorial ve Anadolu Kültür’ün düzenlediği bir konferans için İstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi’ndeydi.

Bu nasıl bir militanlık, aktivizm peki? Örneğin 1966’da Batı Almanya Şansölyesi, Nazi geçmişli Kurt Georg Kiesinger’ı siyaset sahnesinden silmek için kampanya başlattılar. Klarsfeld’in avukat ve tarihçi olarak ‘militanlığında’ altını sık çizdiği nokta iyi dosya hazırlamak. Çok kaynaklı, bol belgeli, itiraz edilemeyecek netlikte dosyalar…

Mücadele edilen yapı düşünülünce bunun da işe yarama garantisi yok. Bu kampanyada daha sembolik bir eyleme ihtiyaç duyarak Beate Klarsfeld’in bir kongrede aniden fırlayıp Kiesinger’i tokatlamasının seyri değiştirdiğini anlatıyor. Hatta 68 hareketinin ruhuyla birleştiğinde, Willy Brandt’ın şansölyeliğine, sonra Brandt’ın Varşova Gettosu Anıtı önünde diz çökerek Yahudilerden Holokost için özür dilemesine uzanan süreçte etkisinden söz ediyor. Basit bir vatandaşın tarihe müdahalesi bu ona göre.

Bükreş doğumlu Klarsfeld, kendi ailesi gibi Fransa’da yaşayan Yahudileri, Nazilere teslim eden üst düzey yöneticilerin adalet önüne çıkabilmesine de yıllarını verdi. Binlerce sayfalık dosyalar hazırlayarak dava açılmasını sağlamak da var bunun içinde, dönemin Latin Amerika diktatörlüklerine sığınmış olanları bizzat oralarda aramak da (hatta yakalamaya teşebbüs etmek de), 80 bin kişilik mağdur listesi çıkarmak da. Fransa’nın Vichy hükümetiyle yüzleşmesi sürecinde topluma verilen “Tüm Fransız halkı yargılanmıyor” mesajı da bir strateji. Fransa’dan sürülenler, Yahudilerin yüzde 25’iydi, yüzde 75’i kurtarılmıştı. Yargılama 20 yıl sürdü ama bu yaklaşım toplumsal yüzleşmeyi hızlandırdı ona göre.

1915’in Hitler’e yardımı

Klarsfeldler, 1996’da Bosna’da Srebrenica katliamı sorumluları Radovan Karadzic ve Ratko Mladic’in yargılanması için de kampanya yürüttü. Konferansta da, sonra katıldığı yemekte de söz Ermeni Soykırımı ve yüzleşme meselesine geldi. Sorumluların cezalandırılmamalarıyla 1915’in, Hitler’e yardımcı olduğunu söylüyor Klarsfeld. Bir ‘bellek militanı’ olarak önerisiyse bilimsel yaklaşımla tarihi bir belgeleme işine girişmek. İçinde Ermeni ve Türk tarihçilerin bulunmadığı ama iki tarafın da belge sunabileceği, belki AB destekli bağımsız bir komisyon öneriyor. 100 yıl sonra, ardında net bir siyasi irade ve toplumsal arzu olmadan bu bizi nereye götürür? İki toplumu da yakından tanımadığı için daha toplumsal tesirli, sembolik eylem biçimi önermemeyi tercih ediyor.

Klarsfeldlerin aktvizminin özünde, insanlığa karşı suçlar söz konusu olduğunda hukuka duyulan inançsızlık ama mücadeleyle buradan adaletin doğabileceğine dair bir inanç var. Bir çelişki, bir risk de var çekirdeğinde. Sorduğumda Fransa yargılamalarında zorlandıklarını, mahkeme başkanlarına değil ama jüriye güvendiklerini söylüyor; “Örneğin Maurice Papon aklansaydı, Fransa’yı terk ederdim” diyor.

Bu bile adil karar çıkabileceğine, bağımsız yargıya inanç barındırıyor içinde. Katilleri korumanın gelenek olduğu bu topraklarda bugünün yahut dünün meseleleri için mahkemelerde adalet bulacağına inanan var mı? Cezasızlık çözülmeden toplumsal yüzleşme mümkün mü? O zaman buraların ‘bellek militanının’ yöntemleri ne olmalı? Sesli düşünüyormuşum gibi varsayın.