Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/bu-ofkeyi-kim-mi-yonetiyor/

Bu öfkeyi kim mi yönetiyor?

Ülke fokurduyor, hâlâ komplo arayanlar var. Türkiye’nin ‘görünmezleri’ gazla birlikte başka bir şeyin tadını daha biliyor artık.

Cumartesi günü Ortadoğu Kadın Konferansı için gittiğim Diyarbakır’dan dönerken, uçağın camından Taksim’i arıyordu gözlerim. Gezi Parkı’ndan polisin çekilip insanların meydanı doldurmaya başladığı sırada bakmıştım son kez Twitter’a. Günlerdir haber kaynağı, dayanışma istasyonu olan ‘baş belası’ Twitter’a. Halk Taksim’e gidiyordu ama sonrasında her şeyin olabileceği bir zaman aralığıydı. Alçalırken gerçekten Taksim’i gördüm. Bilmem kaç feet yukarıdan bir insan seli, akşam güneşiyle aydınlanmış, görünüyordu.

Yaşadığım semt Beşiktaş’a vardığımda, direnişin kaçıncı gününde ancak gönül indirmiş anaakım kameraların hepsi Taksim’deydi. Beşiktaş ise yangın yeri… Atılan gazın sıklığından havada bir biber bulutu asılıydı. Taksim’den çekilen polis, sanki bunu yenilgi gibi algılamış, tam ‘halk için emniyet’ sloganına yaraşır biçimde gazlıyor, suluyordu. Aynı saatlerde Ankara’da da durum farklı değildi.

1 Mayıs’ı andıran bir Beşiktaş’tı ama tam da değil. Barikatların arkasında tanıdık esnafla selamlaşılıyor, yüzünü marketten bildiğim kadınlar el edip apartmanlarına alıyordu gözü gazdan kapananları. Her apartman girişinde açık büfe gibi süt, sirke, limon, su… Misafir gibi, akraba gibi ağırlıyorlardı. Hatta bir apartmanda sirkeli suyu içmemiz gerektiğini sanarak plastik bardaklara ‘kokteyller’ hazırlamıştı bir kadın. İkram ederken “canım bak, sirkesi az gelirse ekleyeyim” diye bile önerdi.

Kimsenin askeri olmayacağız

Demokrasiyi sadece sandıktan sandığa tezahür eden bir cimnastik hareketi sananlar bir süredir halkın bir kısmının kendini ne kadar görünmez hissettiğinin farkında değil. Görmezden gelmek ağır bir küfürdür. Bağırsa sesi çıkmıyor, varlığı hiçbir hükümet politikasını değiştirmiyor. (Şimdi sıra bizde diyorsanız o ayrı.) Özellikle 1 Mayıs’tan beri bilhassa düşmanca da susturuluyor o kesim. Sonrasında Taksim’e çıkan 10 kişiye bile nasıl yoğun gaz sıkıldığını görmedik mi? Solcu gençlerin dövüldüğünü?

Öyle bir noktaya geldi ki, tıpkı alkol meselesi için lafı dolandırmadan “Evinizde için, ona karışmayız” dediği gibi, Başbakan kendisine oy vermeyen herkesi evine davet etti aslında. Eylemini evinde yap; istersek her eve ağaç da verecekmiş, bunu da söyledi.

Bu yazıyı, görünmezleştirilen o kitlenin kazandığı Gezi Parkı’ndan yazıyorum. İnsanlarda hiç görmediğim bir mutluluk var; gerçekten. Twitter’da otomatik aramaya ‘asker’, ‘darbe’ yazıp dakika başı müstehzi darbecilik Tweet’leri atanlar, evet ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyenlerle, ‘Kimsenin askeri olmayacağız’ diyen binlerin bu tuhaf buluşmasını anlayamazlarsa, itibarı yiten bu halk hareketi değil, kendi siyasi analiz kabiliyetleri olacak. Parkın girişinde ters dönmüş polis arabasına bir müzedeymiş gibi bakan, önünde poz veren insanların günlerce ciğerlerine çektiği o kadar gazdan sonra nasıl bu hale geldiğini anlamayanlar, yanılacaksınız. 46 şehirde destek eylemleri olurken, bir ülke fokurdarken ‘üç-beş çapulcu’ klişesine sığınanlar, siz kaybedeceksiniz.

Yeni Şafak dün manşetinden ‘Bu öfkeyi kim yönetiyor?’ diye sormuş. Çok açık değil mi, Başbakan yönetiyor, hükümet yönetiyor. İdeolojik olarak yan yana gelemeyecek milyonlarca insanı kim yönetebilir? Buradan darbe çıkmaz ama gerçekten bir örgüt de çıkamaz.

Bu ‘patlama’, hayatında eyleme gitmemiş birçok insanı sokağa döktü, gerçekten bir halk, Başbakan marifetiyle beş günde radikalleşti. Bu öfkeyi anlamazsanız siz kaybedersiniz. Çünkü birçok insan biber gazıyla birlikte, direnişin tadını da öğrendi. Kürtlerin o çok iyi bildiği şeyi.
Bu insanlar direnince ‘görünebildiğini’ fark etti. Bunu onlara unutturamazsınız.