Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/kose-yazilari/babamizla-yuzlesmek-dedemizle-yuzlesmek/

Babamızla yüzleşmek, dedemizle yüzleşmek

“Seyit Rıza’yı idama götüren askerlerden birinin kızı bu mektubu yazmıştı. Geçmişle yüzleşmek içimizdeki hakikat komisyonlarıyla mümkün.”

Hakikat komisyonlarından konuşuyoruz, özrün gereklerinden, samimiyetin hasından, geçmişle yüzleşmekten söz ediyoruz. Türkiye tarihi ne yazık ki bu konuda bol vesile veriyor vatandaşlarına.

İki yıl kadar önce okumuştum bu mektubu. Okumuştum ve çok etkilenmiştim. H. Sema Vural bir asker kızı. 2007’de, aile albümlerinde sonradan eksilen bir fotoğrafı, Gündem gazetesinde, ‘69 yıl sonraki itiraf’ başlıklı haberin yanında görüyor. Küçükken babasına “Bu sakallı amca kim?” diye sorduğu meğer Seyit Rıza’ymış. Meğer babası bir süre sonra idam edilecek Seyit Rıza’yı Elazığ Mahkemesi’ne götüren askerlerden biriymiş. 1995’te emekli bir başkomiser olarak hayatını kaybedecek Sadık Vural…

“Çocuktum… Tapardım babama. En anlaşılmaz olanları o bilirdi. En eğlenceli yöntemleri bulur, yaşamından kesitleri öyle aktarırdı bana. Yetimliğini, neredeyse babası yaşındaki ağabeyinin yanında geçen çocukluk ve ilkgençlik yıllarını, ilk ve son aşkıyla nasıl tanıştığını, babaannemin ‘çileli’ hayatını… (…) Çocuktum… Her cümlesi tartışılmazdı benim için. Dürüsttü babam, hakkaniyetliydi, vatanseverdi. Zaten o nedenle ‘iyi polis’ti ya!”

Sema Hanım babasıyla birlikte aile albümüne fotoğrafları dizdikleri günü hatırlıyor. Babaannesinin komşuları, annesinin gençliği, bildiğiniz çekirdek aile kareleri, babasının askerlik fotoğrafları…

Askerlik fotoğraflarına geldiğinde o dağlar neresi diye soruyor Sema Vural, sonra da: “Bu sakallı yaşlı amca kim?” O saniye neşesi kaçan baba anlatıyor: “Orası Tunceli, ben askerdim, eşkıya avındaydık. Ondan öyle giyindik, o adam da eşkıya başı! İdama götürüyoruz! Asılacak yani.” Sonrası birtakım çocuk soruları ve içinde ‘vatan’, ‘cumhuriyet’, ‘tehdit’ ve ‘Büyüyünce anlarsın’ geçen yetişkin cevapları…
Arşiv biziz aslında

2007’de, babasıyla o albümü yaptıkları ve kendine bile borçlu kalmak istemediği yaşa geldiğinde yazmış bu mektubu Sema Vural: “Büyüdüm, anlattıklarını anladım ama onaylamadım. O da neler yaptığını bir daha anlatmadı ama artık anlatmasına da gerek yoktu. Çünkü ben tahmin edebiliyordum artık.”

Babası öldüğünde o fotoğrafı istemiş Sema Vural. Fakat çok geç, büyük ağabeyi yırtmış! Çünkü albüme bakan arkadaşları “Bu adam dedeniz mi?” diye soruyormuş durmadan. Çünkü annelerinin-babalarının da tanımadığı, savaşta ölen dedelerinin bir tane fotoğrafı yokmuş evlerinde. Şöyle bitiriyor Vural: “Ben çocukluğumu o sakallı dede ve ona dair sorularımla yaşadım. Evet, sanırım o benim de dedem. Ve istiyorum ki benim çocuklarım bu anıyı bilsin. Ve istiyorum ki babamın sakladığı o anıya bu kez benim de çocukluğum eşlik etsin.” Tarihimizin resmi ayıplarına dair dilenecek resmi özürlerin kıymeti başka. Fakat dilimize doladığımız “Arşivler açılsın” cümlesi var ya, arşiv biziz aslında. “Geçmişle yüzleşelim” demek, önce kendi babamızla, kendi dedemizle yüzleşmek. Ben babam değilim, ben dedem değilim; kimse değil. Ama onların ‘suçları’, içimizde kendi hakikat komisyonlarımızı kurmazsak bize de ait. Seyit Rıza’nın idamına o asker karar vermedi, katliamı o planlamadı. O asker ‘eşkıya’ dediğinin fotoğrafını, çocuklarının bebeklik fotoğraflarının yanına, aile albümüne koydu. Neden? Belki de kızı yıllar sonra o mektubu yazsın diye…