Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/soylesiler/melek-goregenli-dunyayi-degistirenler-israrli-ve-tutarli-azinliklardir/

Melek Göregenli: “Dünyayı değiştirenler, ısrarlı ve tutarlı azınlıklardır”

[Haber görseli]

Sosyal psikoloji alanının kıymetli isimlerinden Prof. Dr. Melek Göregenli, Ege Üniversitesi’nden ihraç edildi. Göregenli’yle arzulanan toplumsal dönüşümü, bugünlerin umudunu ve enkazını konuştuk.

İsminizin bulunduğu KHK yayınlandığında “Bütün gece düşündüm daha az canım yandı başkalarının işsiz kalmasını izlemekten. Kimseden daha değerli değiliz, kaloriferciden, işçiden, kimseden…” yazmıştınız Twitter’da. Akademide kıyım sürerken ders vermeye devam etmek nasıl bir histi?

Önceki KHK’lerle atılanların isimlerini o soğuk listelerden okurken içim yanıyordu; asgari ücretle çalışanlar ne yapar kışta kıyamette. Barış imzacısı arkadaşlarımın isimlerini görmek büyük acı ama biz birbirimize tutunmayı önceden öğrenmiş insanlarız, çoğumuzun ilk devlet dersi değil bu. İşsiz kalmaktan korkmayacak kadar zengin ya da kahraman değiliz ama mesele cezalandırma biçiminin acımasızlığı. Temel yurttaşlık hakkı olan çalışma hakkını aniden elinden almak; hem de binlerce insanın bulunduğu bir listeden adınızı arayarak öğrenebildiğiniz bir yöntemle. Tarih sanırım bunu yazacak. Kaloriferciler devlet için tehdit oluşturuyordu, işlerinden atıldılar, neden? “Kazan kaldırabilme ihtimalleri vardı…” Açıklama gereği ve sorumluluk duymayan bir iktidar anlayışı, 30 yıllık emeğimi artık istemediğini bir beyaz kağıtla bildirmeye bile gerek duymadı. Gelmekte olanı görüyorduk ama ben öğretmenim, her koşulda ders verebilirim, tutkuyla okuyarak ve araştırarak öğrendiklerimi her yerde herkese anlatmaya da devam edeceğim. Bu ülkede hepimiz gelmiş ve gelmekte olanı inkar ederek, hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşamayı öğrenmedik mi?

Gelmekte olana dair bugün ne görüyorsunuz?

Açıkça toplumun dönüştürülmesi sürecini yaşıyoruz, bu konuları çalışıyorum yıllardır. Faşizan uygulamalarla desteklenen otoriter-muhafazakâr bir dönüştürme süreci bu; yukarıdan aşağı, bütün makro ve mikro politikalarla. Açık ya da örtük şiddetle bir “yeni” hayatın hukuku, nizamı, medyası, bilimi, sivil ya da değil militarizmi inşa ediliyor. Buna “milli iradenin” tesisi süsü verilmesi, halkın büyük bölümünün varsayılan onayı, ne bu sürecin doğasını değiştirebilir ne de onu meşrulaştırır. Halkın tamamı onaylasa da bu, o nizamı meşru kılmaz çünkü onay dediğiniz şey o kadar çok faktöre bağlıdır ki; çoğunlukla çaresizliğe, seçeneklerin farkında olmamaya, dünyayı çok az ölçütle değerlendirebilme imkânına, acımasız ekonomik koşullara, kaderciliğe, kendi gücünü idrak edememeye ve her zaman şiddete.

Peki nasıl çıkılacak buradan?

İnsanlık tarihi bu yukardan dönüştürme politikalarının iflasının tarihidir aynı zamanda. Genelde iktidarlarını korumak ve sürdürmek için bütün rasyonelliklerini yitirenler, sistemi kendi kendilerine çökertir, yönetilemez hale getirdikleri sistem, daha da beterlerinin eline geçer. Dünyanın ve Türkiye’nin haline baksanıza… Artık o “bir avuç mutlu azınlık” bile beş kat demir parmaklıklı kapılarının ardında, güvenli sitelerinde rahat değil. Bütün dünyanın siyahları, hiç öyle demokratik yöntemlerle de değil, “Ayy bu nee” diyebilecekleri kadar acımasız, kapılarına dayanıyor. Umarım ilk taşı attıkları yere dönüp bakmayı akıl ederler.

Direnmek diyoruz sıklıkla, direnmek ne? Bir taksi şoförü, bir hemşire, bir satış müdürü, bir kasap nasıl direnir?

Direnmek nedir, anlatırdım ama dilimi ehlileştirmek istemiyorum. Şu an olup bitene karşı iktidar politikalarını değiştirme kapasitesine sahip bir direniş örgütlenmesinden söz etmek mümkün değil. Fakat bu, güçlü bir itirazın, barış, adalet, eşitlik ve gerçekten demokrasi talebinin ısrarı içinde politik sorumluluk duyan milyonların var olmadığı anlamına gelmez. Sosyal psikoloji bize öğretir: Dünyayı değiştirenler, ısrarlı ve tutarlı azınlıklardır, “makul ve makbul çoğunluklar” değil. Herkes meşrebince bakacak, itiraz edecek. Bize anlatılan bu uzun süremeyecek hikâye, koca bir yalan hatta önceden yaşadıklarımızın kötü bir karikatürü. Hep beraber içinde yaşarken bir Yaşar Kemal romanı yazabiliriz, bunu yapabileceğimize inanalım yeter.

Totaliter yönetimlerin hedefindeki kitlelerdeki, insanlığa ve tarihin hesap soracağına dair inanç, naiflikten, çaresizlikten kaynaklanan bir umut mudur?

Tarihi değiştirecek olan kendi halindeki insanlar, maceralarını ve yeni hayatlarını yaşarken kurar. Tarihi yazanlar “öğrenilmiş çaresizlik” sarmalını kırabilen ve her kırılışın o incecik tık sesinde dünyayı değiştirebildiklerini görenlerdir. Bu tık sesleri, Türkiye’de de kadınlar, Kürtler, eşcinseller, Aleviler ve niceleri için, hizaya getirilmek istendikleri o tekçi tasavvura aldırmadan çıkardıkları gürültüye dönüşüyor. Umut gelecekteki bir iyiliğe aitse ve bugünümüzü etkisizleştiriyorsa, umudu değil, bugünümüzü yaşamaya değer kılan küçücük tık seslerini yaratmayı tercih edebiliriz.

Aleni hukuksuzlukları, hayatları kaidesinden sarsan mağduriyetleri onaylayan, evrensel kriterlerde karanlık diye tarif edeceğimiz bu dönemi zafer duygusuyla yaşayan kabaca bu ülkenin yarısı, bu dönem bir biçimde geçtiğinde diğer yarısıyla nasıl yüzleşecek? Nasıl bir toplumsal enkaz demek bu?

Toplumsal gruplar, kimlikler, aidiyetler değişir, dönüşürler. İktidarın kibrini paylaşıyor bazıları, bu daha önce de oldu, kimler geldi kimler geçti alkışlar arasında. Kutuplaşma da yeni değil, kutuplar değişiyor sadece. Belki de bir daha hiç vazgeçemeyeceğimiz söz birliğini, toplum olmanın ortak ilkelerini bu karanlığın içinden yaratacağız. Kolektif suçlarımız var, öldürüldük, öldürdük, hakiki bir ortak kedere, yas tutmanın kolektif biçimde inşa edilebilir olduğuna inanmaya, “yaralanabilir” olduğumuzu ve bütün korkularımızın kaynağının bu olduğunu görmeye ihtiyacımız var. Ancak o zaman birbirimizin yüzüne bakabilir hale gelmeye başlayabiliriz.

İmzacılardandınız. Barış fikri iktidar tarafından kriminalleştirilmişken, hele böyle OHAL koşullarında nasıl tekrar ayağa kaldırılır?

İmza atmak, barış çabalarının sadece bir anıydı, onur duyduğum bir anıydı ama ne ilk ne de sondu. İktidarla bizim barıştan anladığımız aynı değil, “değiş tonton yoksa suçluycam” dediklerinde ben değişemem. Benim için barış, bu ülkede herkesin vatanında hissedeceği bir hayatın inşası çabasıdır. O enkaz sadece bu inşa tamamlandığında hepimiz için bahçeli bir eve dönüşebilir.

İhraç etmenin akademisyenleri pasifize etme gayesine karşı ne gibi planlar var kafanızda?

Ben sosyal psikoloji çalışıyorum, başka türlü yaşamayı bilmem; planım sadece bildiğim gibi yaşamak, çalışmak, ülkemi ve dünyayı anlamaya ve anlatmaya çalışmak. Öğrencilerimle o kadar hakiki bir bağımız var ki KHK’larla falan değiştirilemez. Her gün paylaştığımız bilginin ve hayatın ışığı, neşesi, yeni sınıflar bulmamız için yol gösterecek. Artık akademi dışarıda bir yerlerde de. Çok üzgünüz tabii, severek ayrılmak bizimki.

Prof. Dr. Melek Göregenli kimdir?

Prof. Dr. Melek Göregenli, ağırlıkla politik psikoloji, şiddet ve işkence, ayrımcılık, militarizm konularında çalışan bir akademisyen. Barış İçin Akademisyenler bildirisinin imzacılarından olan Göregenli, Ege Üniversitesi Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı’ndaki görevinden ihraç edildi.