Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/roportajlar/3-havaalaninda-milli-teknoloji-piyesi/

3. havaalanında milli teknoloji piyesi

F-16D olsun, F-4E olsun koca savaş uçaklarını ufalmış hissettiren gepegeniş alanda saniyede 1526 selfie çekiliyordu. Fotoğrafların gözdesi olan uçaklar, savaş helikopterleri dışında ortalıkta dolanan her rütbeden havacının ve karacının ve özel harekatçının ve jandarmanın bir çocuk kolu sırtlarında pozları oldu. Günlük 3 bin 500 uçuşun ve yıllık 200 milyon yolcunun hedeflendiği havalanına dair broşürler veren görevliyle işçilerin çalışma koşullarından dolayı başlattıkları eylemi sordum.

Yüz binlerce insan yeni havaalanı inşaatına gitti. Bu, duymayı bekleyebileceğimiz bir cümleydi. Daha evvel insan onuruna yakışmayacak çalışma koşullarına isyan edip seslerini duyuramayan havaalanı işçileri, bu defa dertlerini daha fazla insana ulaştırmayı başarmışlardı. Ödenmemiş ücretlerden, aç kalmalarına neden olabilen sistemsiz yemek dağıtımından, mesai yorgunluğu üzerine uzun zaman beklemelerini gerektiren ulaşım plansızlığından, alandaki barakalarda tahta kurularından şikayet ediyorlardı. Üzerine 24 işçi, tam da bunları dedikleri için tutuklanmıştı. Bunu duyan yüz binlerce İstanbullu, hiddetle havaalanı şantiye sahasına gidip onlara destek verebilirdi; “Bizim vergilerimizle, zaten birçok kent suçu işlenerek başlayan bu havaalanında siz ne yapıyorsunuz?” demek için, “Kimse kimsenin kölesi değil” diye bağırmak için orada olmak isteyebilirdi. Adalet duygusunu, eşitlik ahlakını yitirmemiş bir ülke ve de dünya olsaydı, evet bu yaşanabilirdi. Olmadı.

Dün yüz binlerce insan “Milli teknoloji hamlesi”nin bir parçası olan Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali Teknofest için yeni havaalanı inşaatına gitti. Sabah saatlerinde kentin her bir ucundan kalkan otobüslerle, uzaydan yeşilliklerin ortasına atılmış kara bir yama gibi gözüken havaalanı inşaatına doğru yola çıktık. Otobüslerin çoğu okullarından formalarıyla gelen gençlerle, yan otobüstekilere komik suratlar yapan çocuklarla doluydu. Yaklaştıkça, iki yanda dev kepçelerin çalışırken tırnak ucu kadar gözüktüğü dev oyuklar, ormanların ortasına jilet atılmış gibi açılmış yan yollar, taze gri renkleri göz alan viyadük bacakları gördük. Sadece alana girip de yaklaşmak arası bir saat sürdü. Sabrı beklemeye yetmeyen binlerce kişi kah mıcırlı, kah bastıkça kızıl dumanlar yükselen topraklı yolda yürüyerek lale şeklinden esinlenildiği söylenen kulenin arkasındaki Teknofest alanına vardı.

HELİKOPTERLERLE HARMANDALI

F-16D olsun, F-4E olsun koca savaş uçaklarını ufalmış hissettiren gepegeniş alanda saniyede 1526 selfie çekiliyordu. Fotoğrafların gözdesi olan uçaklar, savaş helikopterleri dışında ortalıkta dolanan her rütbeden havacının ve karacının ve özel harekatçının ve jandarmanın bir çocuk kolu sırtlarında pozları oldu. Sahneden gelen dubtıslı müzik, iç bayıcı bir radyocu numarasıyla, arada bazı cümleler için kısılıyordu. Dedelerinin izinden gidenler, dubtıs dubtıs, milli teknoloji, dubtıs dubtıs, şanlı tarihimiz, dubtıs dubtıs, nice kahramanlıklar, dubtıs dubtıs… Gösteri uçuşları başladığında kafalar bulutlu gökyüzüne kalkıyor, sonik kükremeler ciğerlerden geçiyordu. Atak helikopterlerinin Harmandalı oynamasına daha vardı. Evet, bu yaşanacaktı.

Çevredeki standlardan birine bir tarih koridoru kurulmuştu. Eski çağdan başlayan cetvele göre Kazakistan’ın kuzeyinde atı ilk evcilleştirenler ön Türk kavimleriydi. M.Ö. 13 ile 3 yüzyıllar arasında tunçtan ok ucu, hançer, topuz, mızrak ucu yapan başka Türk kavimlerinin milli savunma macerası, koridor sonunda Göktürk uydusuna ve (damadı Selçuk Bayraktar’ın TSK için ürettiği) bir Silahlı İnsansız Hava Aracı’nı imzalayan Tayyip Erdoğan fotoğrafına ulaşacaktı. Zira Sümeyye Erdoğan ve eşi Selçuk Bayraktar da Phantom 4 uçağına binmek üzere Teknofest alandaydı.

Ziyaretçilerin çoğunun çocuk ve genç olması ortalığa tuhaf bir lunapark havası veriyordu. Çanakkale Savaşı simülasyonunda itişen, Fatih Sultan Mehmet zamanı topları şeklinde kurulmuş kürsülerden ekrana ateş eden oğlan çocukları… Öğretmeni standda görevli özel harekatçıyı kendi askerlik anılarıyla darlarken, milli piyade tüfeği kullanmayı öğrenen en fazla 12 yaşında bir kız çocuğu… Havelsan’ın tim çatışma simülatöründe, gözlüğü taktıktan sonra filmlerden ve dizilerden gördüğü asker jestlerini taklit eden ergen… Hangi köyde öyle vura vura gezindiğini sormak istemeyeceğiniz, keskin nişancı simülatöründeki genç… (Harita Genel Komutanlığı’nın kendi standlarında paylaştığı haritalar arasında Afrin, Kandil dışında Diyarbakır ve Hakkari de vardı.) Misal Ülker’in “sanal gerçeklik raf dizimi reyonu”, çocuklar arasında bunlar gibi alâka toplayamıyordu. Çünkü ortalıkta milli bir vaziyet yahut düşman yoktu.

‘EYLEMLER BİTTİ GİTTİ’

Teknofest Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali, seçilen alanın da tesiriyle havacılığın ağır bastığı ama ana vurgunun savunma sanayinde teknolojiye verildiği bir faaliyet olarak tasarlanmıştı. Halihazırda süren “milli tarih” yaratma harekatının, bu taze mitolojinin gelecekle bağ kurma çabasının bir halkasıydı. Bunun dışında Ankara Havası oynayan, Türk’e mahsus espriler yapacak yerli ve milli robot teşhiri pek yoktu. Uzay sergisinin önündeki ilköğretim kuyruğu da dünyanın çevresini dönecek kadar olduğundan yetişkinler kendi yörüngelerinde devam etti.

Festival alanından çıkış, otobüsünü bulamayan öğrenciler, öğrencilerini bulamayan öğretmenler, binecek boş otobüs bulamayan insanlar, gidecek yol bulamayan otobüslerle milli bir keşmekeş manzarasıydı. Bir kısmı çocuk çok kişi sıcakta, güvenliği olmayan yollarda kilometrelerce yürümek zorunda kaldı. İnşaatta çalışan işçilerin rutinleştirilen ulaşım eziyetleri bununla kıyas kabul etmezse de bu hal, açılmasına bir ay kalan, günde 3 bin 500 uçuş yapılması planlanan bir havaalanının özel araçlar da eklendiğinde kalabalıkla imtihanına, kentin istikbaline dair de bir şeyler söylüyordu.

Yeni havaalanının inşaatı ve işletilmesi ihalesini alan Cengiz-MAPA-Limak-Kolin-Kalyon Ortak Girişim Grubu, IGA’nın da Teknofest’te bir standı vardı. Günlük 3 bin 500 uçuşun ve yıllık 200 milyon yolcunun hedeflendiği havalanına dair broşürler veren görevliyle işçilerin çalışma koşullarından dolayı başlattıkları eylemi sordum. Yönlendirildiğim bu tür soruları yanıtlamaya hazırlık yapmış başka bir genç görevli, 29 Ekim’deki açılış tarihinin bundan etkilenmeyeceğini söyledi. “Zaten çok azaldı eylem” dedi. “Tam da burada olmuştu değil mi?” sorusunun yarattığı rahatsızlığı, onun da bu durumdan pek hoşnut olmadığına yormak insanlığa dair umudumuzdan olsun. “Bitti gitti işte” dedi sonra.

Asıl varsa umut şuradaydı… (Bilal Erdoğan’ın Genel Kurul’da, Esra Albayrak’ın Yönetim Kurulu’nda yer aldığı) TÜRGEV standında öğrencilerin dileklerini yazmaları için bir pano asılmıştı. Mimar, doktor, psikolog, genetik mühendisi olmak, sağlık, mutluluk, huzur, Amerika’da eğitim, dillere destan bir aşk, burun estetiği, mide küçültme ameliyatı, The Weeknd konserine gitmek, okuldan istifa etmek… Tüm bu dileklerin arasına biri “Herkesin emeğinin karşılığını almasını istiyorum”, biri de “Adaletli bir dünya istiyorum” yazmıştı. Bu dünya ve bu ülke onlar “büyüyene” kadar bu dileklerini unutmalarını başaramazsa umut. Genelde başarıyor.