Pınar Öğünç / https://www.pinarogunc.com/yazi/beterotu/bir-sey-oldu/

Bir şey oldu

 

Çiler İlhan / KİTAPsever

Gazeteci-yazar Pınar Öğünç Aksi Gibi’den sonra yeni öykü kitabı Beterotu ile karşımızda. Beterotu’nda hepsi ayrı bir tada sahip, kitabın adı kadar güzel 10 öykü var.

Heinrich Böll’ün Doktor Murke’nin Suskunluk Külliyatı’ndaki hikayelerinden birinin adı, Bir Şeyler Olacak’tır. Bayılırım bu cümleye. Ses Tuval Üzerine Yağlıboya da “Bir şey oldu.” diye başlıyor. Başlangıç cümlelerine takıntılı olan şahsımın, bundan böyle, gazeteci Öğünç’ün edebiyatına da müptela olacağını böylelikle ossaat anladım. İlk öykünün Muazzez Hanım’ı marketlerin ürün kitapçıklarını Rus klasiği lezzetiyle karıştıradursun, biz de Beterotu’nu klasikleşek bir eser tadıyla sindire sindire koklayalım.

Beterotu sadeliğinde ağır; mizahında hüzünlü; ironisinde çıplak; ayrıntısında kapsayıcı; tümden gelirken de tüme giderken de akıl küpü. Yazar okurunu, sayın seyirciler, gizemden aşka, noir’dan absürd’e, gerilimden mizaha yani diyeceğimiz janrdan janra savururken topu sektirmeden ustalıktan yakın bilgiçlikten uzak sürüyor, sürüyor, pek çok anlatıcıya çalım atıyor ve top ağlarda, sayın seyirciler! Üstüne üstelik bu “insan cinsi”, en can yakıcı tecrübeleri en hafif şekliyle ama acısını eksiltmeden söylemeyi de biliyor: “Çırağın Lice’nin Birlik köyündeki yetmiş üç yaşındaki annesi dahil ailesinden gözaltına alınmamış kimsesi yoktu. Bazı bayramlar cezaevi açık görüşlerinde buluşulurdu. Herkes tek cezaevinde olsa daha iyiydi, diye düşünmüştü bir kez babası…”

Çimento’ya buyurun, bir de. Biz ertesi gün işe giyilecek takımını Özbek yardımcısına ütületen kadınları, servisle okula giden çocukları, birlikte sinemayı gitmeyi çift olmaktan sayan eşleri ve buna benzer burjuva hayatları dikizlerken öykü kendini sinsice örüp bizi karanlığa doğru çekiyor. Suç, cezasız kalıyor mu? Orasını biz yazacağız ama “sıkıntı yok”; her son tamamdır nasılsa bu memleket ortamında, Ses Tuval Üzerine Yağlıboya’daki ne bakanı olmak istediğine bir türlü karar veremeyen kahramanımıza göre.

Kitabımızda içine Ahmet Hamdi Tanpınar kaçmış beyaz yakalılar da var. İki “ofis canlısı” çalışmayan bir fotokopi makinası odasında veya kentin ortasında terk edilmiş bir bahçede başka zamanlara, başka evrenlere açılıveriyorlar; Plazada Huzur, bildiğiniz. “Yeni İstanbul” ise hakkıyla endam ediyor Beterotu’nda: “… bir yanlarında led ışıkları Venüs’ten görünen dev alışveriş merkezine, diğer tarafta dağ desen dağ değil, toprak desen toprak değil karanlık bir tabiat müsveddesine bakarak küllerini aşağı silkelediler.” (Bir İleri İki Geri)

İyi benzetme yapmak ne zordur, yazı emekçisi de tecrübeli okur da bilir. Ama Öğünç için kolay iş bu. Ayrılık bu kadar mı tatlı anlatılır: “Radyoda bir şarkının, yumuşakça, sesinin azalarak bitmesi gibi, birbirimizin hayatında gittikçe küçülerek kısa bir süre daha durduk ve tamamen yok olarak ayrı şarkılara geçtik.” Sosyal (medyalı) hayatımızda kimliğimizi bir tıka indirip bir like’a çıkardığımızı bize acımadan yüzümüze vuran Ağ Tercihleri’nden, bu alıntı.

İnsan, aile ve toplum olma mitlerine dair pek çok şey okuyoruz: Yerleri silerken birden kocasını zehirlemeye karar verenler, saksıların diplerine deniz kumu koyarken bir yandan karısını dövenler, define çukuruna suç ortaklarını itiverme fikrine kapılanlar… Ne de olsa “Kendinden uzakta, yıllar, bir ömür geçirebilirsin; bu çok mümkün.” Ama Beterotu, iyi okursanız sizi kendinize birkaç hayat yaklaştırabilir. Neymiş? “Gündüzmüş, güneş batmış, gece olmuş, hep yürümüşler… sabaha kadar önce sokakları, meydanları, sonra ormanları gezmişler.” Ceylan ile Kâmuran’dan. O halde yolunuz açık olsun!

https://open.dergilik.com.tr/magazineDetail/33214