Emek Erez / DUVARKitap
Pınar Öğünç, Beterotu’nda günlük güneşlik bir dünya anlatmıyor; hem son yılları hem de hayatın tüm ayrıntılarıyla şimdiyi anlatıyor. Gündelik hayatın boğuculuğu, vahşi kapitalist çağda insani olanın yitirilişi, kendisinden başka olana yaşam hakkı tanımayanların yolunu bulduğu, hayata dair olanın yıkımla karşılaştığı, bir dünya hikâye edilmeye çalışılan…
İçinde yaşadığın döneme dair hikâye anlatmak meşakkatli olmalı. Çünkü okur için gördüğü, duyduğu, kederini yaşadığı veya yaşamını zaten o hikâye edilen gibi sürdürdüğü bir anlatıyla karşılaşmak kendisiyle, içinde bulunduğu zamanın sıkıntısıyla yüz yüze gelmek anlamını taşıyabilir. Bu nedenle okur metne önyargılı tavır alabilir çünkü okumak eylemi biraz da başka bir dünyaya kapı açmak ile ilişkilenir. Bu nedenle şimdiye dair anlatı risk içerir. Ancak hikâye şu ânı anlatırken, senin de dâhil olduğun hayatın o döneminin, başkası tarafından nasıl yaşandığını hissettirebildiğinde, metin sayesinde ortaklık, yalnız hissetmeme, “bunu ben de yaşadım, böyle hissettim” diyebilme duygusu oluşturulabildiğinde, bu riski almış olmanın değeceği bir duygu durumu ortaya çıkar. Hayat iyisiyle kötüsüyle sürerken, hikâye karakterlerinin de seninle ortak bir duyguyu paylaştığını görmek, tartışmalı ve eleştirilen bir yerde dursa da kendini metinde görmek, okur açısından sağaltıcı olabilir.
Tüm bunların yanında şimdinin anlatısı hayatın olumsuz yanlarına odaklanırken bizi boş iyimserlikten kurtarabilir. Terry Eagleton’ın söylediği gibi: “İyimserler muhafazakârlardır çünkü iyi bir geleceğe duydukları inanç, şimdinin özünde iyi olduğuna duydukları güvenden kaynağını alır. Zaten iyimserlik hâkim sınıf ideolojilerinin tipik bir unsurudur. Hükümetler yurttaşlarını korkunç bir felaketin beklediğine teşvik etmiyorsa, bunun nedeni kısmen, neşeli bir yurttaşlığın alternatifinin siyasi hoşnutsuzluk olmasıdır” (2016: 18). Bu nedenle şimdinin olumsuzluklarını anlatıya taşımak, onu bir metin içerisine yerleştirebilmek, metnin atmosferi ile şu ânımızın atmosferini ortaklaştırabilmek önemli görünüyor. Sabit bir iyimser konum almaktansa gerçekliği, umudun ve umutsuzluğun kırılgan yönlerine odaklanarak anlatmak, değişimin sadece umuda değil umutsuzluğa yaslanarak da gerçekleşebileceğini göstermek, olumsuzun etkin bir umutsuzluğa ve radikal bir tavır almaya götürebileceğini akılda tutmak gerekiyor.
ŞİMDİYİ ANLATMAK
Pınar Öğünç’ün İletişim Yayınları tarafından yayımlanan, “Beterotu” adlı öykü kitabı da şimdiden sesleniyor okura. İçinde yaşadığımız, bazen kaybolmuş hissettiğimiz hayatın hikâyesi anlatılan, henüz zamanın eskitemediği, belleğin taze yerinde duran. Felaketin bir siren sesi gibi çöktüğü, ağrının, acının hangi yaşanmışlıktan kaldığını bile seçemediğimiz son yılların üzerimize sinmişliği “Beterotu”nun hikâyelerinde karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan plazalarda sürdürülmeye çalışılan hayatlar, üzerine beton dökülen iş cinayetleri, çevrim içi aşklar, kendisine has takıntısıyla hayatı başka yönden görmeye çalışan, sınıf atlama çabasıyla macera peşinde koşan karakterler, yerinden edilmiş hayvanlar öykülerde yerini buluyor. Öğünç’ün gündelik hayatın ayrıntılarını iyi bir gözlemle birleştirdiği anlatısı, bizi içinde bulunduğumuz zaman üzerine düşündürürken, sanki şunu fısıldıyor: Yaşıyorsun ama yaşadım geçti zannettiğin bir yere gitmiyor, hayat devam ediyor sen de izi kalıyor, o iz bir gün bir yerde en unuttum dediğin an da karşına çıkacak çünkü insan unutmuyor.
GÖKYÜZÜ EŞİT DEĞİLSE
Bize bir hayat biçiliyor. Var kalma çabasıyla o hayatın içerisinden küçük ayrıntılar bulup mutluluğa tamah ediyoruz. Oysa neden az sevince, az huzura razı olalım ki, hayat neden hepimize eşit dağıtılmasın, güneşten, buluttan, gökkuşağından neden bize biçildiği kadar haz alalım. Pınar Öğünç’ün “Plaza Huzuru” adlı öyküsünü okurken, aklıma düşen bazı sorular böyle. Öykünün plazada çalışan iki karakteri çalıştıkları ortamda küçük mutluluklar bularak farklılaştırmaya çalışıyorlar içinde bulundukları hayatı. Merdiven boşluğundaki ışıktan gökkuşağı çıkarmak, doğru açıyı yakalayıp binalardan görünmeyen gökyüzünden, küçük bulut parçası yakalamak gibi uğraşları var. Bir açıdan düşününce şöyle denebilir ne güzel, romantik hâttâ. Ama bana kalırsa bu bardağın dolu tarafını görmeye benziyor. Oysa boş boştur. Bu biraz da dayatma, pozitif düşün, mutlu ol anlayışının hayatlarımıza düşürdüğü gölge. Bunu sorun yapan, bir süre sonra sormayı bıraktırması, kendi hayatında devşirdiğin küçük mutlulukların asıl konuşulması gerekeni, bir şeylerin değişebileceğini, değiştirilebileceğini unutturması.
Pınar Öğünç’ün bu öyküsünün alt metninde gizlenen bu duruma dair bir eleştiri bence. Yazar bunu iki karakteri üzerinden anlatıyor, her ikisi de bu küçük mutluluk ve huzur arayışından memnun olsa da kadın karakter sadece bunlarla yetinmemek gerektiğini, çabalanırsa bir şeylerin değişebileceğini düşünüyor. Çünkü gökyüzünün mavisi herkese eşit değilken mutluluk sadece verili hayata razı olmak anlamına gelebilir. Bu nedenle, Öğünç’ün bu öyküsünün sordurduğu sorular üzerine düşünecek epey şey var.
ÜZERİNE BETON DÖKÜLEN HAYAT
Son yıllarda bir inşaat ülkesine dönüştü memleket. Bellek mekânları tek tek yok edildi, hâfıza silindi. Kentler unutuşa bırakıldı. Şehirlerde rüzgâr esmez oldu betondan. Kısacası, hayatın çimentosu karıldı içine hayvan, ağaç insan katıldı. “Beterotu”nda bunlara gönderme yapan öykülerden de söz etmek gerek. Çünkü içinde bulunduğumuz durumun, nefessiz hayatın, yeşilliğe hasret kalışın hikâyesi kadar yaban hayatın bitişini, yersiz kalan hayvanların çığlığını da getiriyor bize. Ayrıca son yıllarda artan iş cinayetleri de düşünüldüğünde ölüm üzerine bir inşanın söz konusu olduğunu da eklemeli. Bina edilenin altında hayat yok, onun cesedi var; toprak yok beton var, tohumun çatlaması yok. Kitapta bu bahsettiklerimizin konu edildiği öykülerinde, yazar bize zamanımızın hikâyesini anlatırken, başımıza gelmiş olanla yüzleştiriyor. Çünkü geri gelmeyecek olan şeyler var. Ölüm değdi mi bir canlıya ona nefes aldırma imkânı yok. Betonda ağaç bitmez, yerinden edilmiş yaban domuzu evcilleşmez, ölmüş bir işçiyi diriltemezsin. Yani geriye kalan var olana dair değildir artık yokluktur. İşte “Beterotu”nun bize anlattığı bu biraz. Hayatın gerçeği, içinde kalakaldığımız, yaşanıp geçmiş olmayacak olan.
AYRINTIYI GÖREBİLENE
“Beterotu”nun karakterleri genellikle işçilerden, tesisatçılardan, plaza çalışanlarından oluşuyor. Herkes kadar iyi herkes kadar kötü, herkes kadar hayata karşı hırsı olan insanlar. Bazen bir çamaşırcıda çiçekli külotların, tangaların arasında çıkıyorlar karşımıza bazen bir otobüs şoförü koltuğunda, bazen bir lavabo tezgâhını tamiratında, bazen de WhatsApp’ta aşk düşünde… Sınıf atlama ideallerinin, aşka düşme hayalinin, eve ekmek götürme telaşının, iyiliğin, sıradan kötülüğün, birbirine eklendiği insanların hikâyeleri, “bir ileri iki geri” hayatlar. Öğünç, karakterlerini hikâyenin atmosferine göre biçimlerken, her an her yerde karşılaşabileceğimiz tipler gibi görünseler de hepsinde küçük ayrıntılar yakalatıyor okura. Bir yüzükten politik tavrını, bir incelikten hayata yaklaşımını görebildiğiniz insanlar, ‘sıradan’ ama kendince özellikleri olan. Bu hikâyelerin bir özelliği de bu sanırım, anlatıda göze sokulmayan, ayrıntıyı görebilene seslenen.
Pınar Öğünç, “Beterotu”nda günlük güneşlik bir dünya anlatmıyor, hem son yılları hem de hayatın tüm ayrıntılarıyla şimdiyi anlatıyor. Gündelik hayatın boğuculuğu, vahşi kapitalist çağda insani olanın yitirilişi, kendisinden başka olana yaşam hakkı tanımayanların yolunu bulduğu, hayata dair olanın yıkımla karşılaştığı, bir dünya hikâye edilmeye çalışılan. “Ağrı Eşiği” karakterinin söyledi gibi, ‘aynı kalamayacağın bir şey oluyor’, aynı kalamayacağımız çok şey oldu. Hayat sürüyor, yaş geçiyor ama yaşanan geçmiyor, hayatın toplamı sayılarla ifade edilen değil çünkü an an hissedilen, iz bırakan.
Kaynak
- Eagleton, T., (2016), “İyimser Olmayan Umut”, (Çev. Emine Ayhan), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/05/09/beter-zamanlarda-beterotu/