Semizotu salatasının içine düşen sinek, seninkilerin bildiği Şermin, soğuk ama girince alışılan deniz, her yerde kesilince çabuk gelen elektrik, TOKİ’den evler, son otobüsler, migreni tutanlar, zona olanlar… Köprüsü görünmeyen trafik, nar ekşisi, dut kurusu… Falan filan ve filankes işte.
İnce İş’le, Asker Doğmayanlar’la, Jet Rejisör’le tanıdığımız gazeteci-yazar Pınar Öğünç bu defa edebiyatçı yüzünü gösteren farklı bir kitapla karşımıza çıkıyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan Aksi Gibi isimli öykü kitabıyla tuhaf insan manzaralarını, yarım kalan kalkışmaları, iş güç dağdağasını, küçük iyilikleri, kötülüğün sıradanlığını maharetle anlatıyor. Üstelik bunu küçük detaylara dikkat kesilerek, saçmanın ve tekdüzeliğin dilini teşhir ederek, öykülerini buruk ve etkileyici bir biçimde kurgulayarak yapıyor.

Kitapla ilgili yazı ve söyleşiler için…

Pınar Öğünç, hayatın mânâsızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini… Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri… Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini… Teferruatları, boşlukları, saçma hararetleri, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı.

Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, çelişkilerin, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri…
Türkçe edebiyata yeni bir parantez…
“Bir derdimiz mi vardı?”


Sizi gazeteciliğinizle, köşe yazarlığınızla tanıyoruz. Bu defa hikayeci yönünüzle karşılaşmış olduk. Hep var mıydı bu edebiyat ilgisi?

Önce hikâye vardı. Aslında daha sonra gelen gazetecilik oldu. 22 yaşındayken Nokta gibi bir haber dergisine yazdığım hikâyelerle başvurmuştum. Bugünden bakınca gülünç görülebilecek bu tutarlılığı seviyorum. Daha sonra yaptığım her haberde, gündelik siyaset üzerine en sıkıcı köşe yazısında dahi ucundan kıyısından edebiyatla bir bağım dursun istedim. Gayriihtiyari böyle gelişti hatta. Aynı esnada başka bir karede, yazdığım hikâyeler vardı; gazeteciliğin de zamanla onlara faideli dokunuşları oldu. Aslında bir tür dünyaya bakma biçimi ve anlama çabası var, gazetecilik de edebiyat da aynı yerden, buradan doğuyor. Benim için öyle en azından.

Aksi Gibi ismini niye seçtiniz? Var mı ismin bir hikâyesi?

Tek hikâyeyi değil, hepsine sızmış ruh hallerinden birini anlatıyor daha çok kitabın ismi. Her tür hazırlığa, plana, beklentiye rağmen hayat küçük ve büyük aksilikler üzerinden akar. “Aksi gibi” demekte bunun farkında olmanın bir olgunluğu vardır; o aksilik yaşanmasa her şeyin daha güzel olabileceğine dair umut, aksiliğin acısını alır. Çok güzel laftır her şeyden önce. Aynı zamanda başka bir tonlamayla “aksi gibi”, her şeyin göründüğünden farklı olmadığını söyler. Büyük büyük laflar ederiz ama çoğu kez tam da bize ilk aksettiği gibidir her şey. Göründüğü kadar yalındır.

Hikâyelerin ortak bir karakteri var mı? Baştan tasarlamamış olabilirsiniz ama bir araya geldiklerinde bir hissiyata denk düştüler mi sizce…

Tarif edilen dünyalar farklı olsa da hamurlarında aynı malzeme var belki. Hazırlıksız karşılaşmalar, dikkat etmesek tuhaflığını bile fark etmeyeceğimiz günlük diyaloglar, saçma anlar… Teferruat seviyorum, öyle özel bir gözlük varmış gibi bazen gözüme sadece teferruat görünüyor. Büyük meseleleri o gözlükle daha iyi anlayabiliyorum. Anlatmaya da oralardan başlıyorum galiba.